28 Ekim 2015 Çarşamba

DİKKAT - BEYİNLERİNİZİ MANİPÜLE EDİYORUZ! VE ETMEYE DEVAM EDECEĞİZ!

Bir süredir aklımı geleceğin dünyası kurcalıyor, şekillenmekte olan geleceğin dünyasıyla ilgili düşünüyorum.

Aslında tek gerçek yaşadığımız an, biliyorum ve bunun fazlasıyla farkındayım. Fakat geleceğin dünyasını düşünmeden duramıyorum.

Biz el birliğiyle dünyanın kaynaklarını tükettikçe, kendimizi oyalayacak kötü oyuncaklar yaratmaya devam ettikçe, parlak bir gelecek dünyasından hangimiz söz edebilir?

Evet öncelikle sınırlı kaynaklarımızı hunharca tüketiyoruz, hep daha büyüğünü ve daha yenisini isteyerek işe başlıyoruz, büyük seçimler, yeni versiyonlar, daha geniş ekranlar ve niceleri, bir kaç lira fark ile büyük seçime geçmeyi, daha büyük bir gazlı içecek ile daha büyük boy kızarmış patates tüketmeyi kim istemez ki?

Sonuç mu? Mide sancılarından muzdarip gece uykuları, obezite ve genlerimizin gücüne bağlı olarak kanser.

Yeter ki o fırsat bize verilsin, yeter ki gelirimizde belirli seviye artışı yakalayalım, bizim için olanı istemekten asla ve asla geri durmuyoruz, çünkü çok çalışıyoruz, çünkü eğitimliyiz, çünkü yaşama bir kere geldik, o zaman hep daha fazlasını ve daha büyüğünü istemeye hakkımız var demektir.

Sömürün sömürebildiğiniz kadar desturu biz farkında bile olmadan bilinçaltımıza işlenmiştir bile.

Peki ya aramızdan birisi çatlak bir ses çıkarırsa ve yaratmakta olduğumuz kaos toplumu hakkında bir kaç kelam etmek isterse, o zaman kendi güvenlik şeridimizin dışına atıveriyoruz, düzeni bozan olarak yaftalamayı da ihmal etmiyoruz.

Dünyanın kaynaklarını tüketmekle kalmıyor, aynı zamanda kendimizi oyalamak için yeni oyuncaklar geliştirmekten, bu oyuncaklarımıza sürekli olarak yeni versiyonlar eklemekten de geri durmuyoruz. Aslında sadece markanın sonuna eklenen bir harf veya bir sayı, çoğu bildik fonksiyonlardan daha fazlasını sunmayacak pazarlama harikaları. Onlar birer statü sembolü, onlar zengin ile fakirin ortak paydaları, onlar kendimizi 21. yüzyılın oyuncusu hissetmemizi sağlayan pahalı oyuncaklarımız.

İşin daha da enteresanı kendimizi bilgi çağının çocukları ve geleceğin dünyasının yaratıcıları olarak görmemiz. Kötü habere gelince, suni bir bilgi ağının içerisinde kaybolmakta olduğumuz.

Oysa küçücük bir ekranda yukarıda aşağıya doğru akan yazılar ve görseller bilgi değil, sadece beynin tüketeceği ucuz ve bol yağlı çerezlerdir. Gerçek bilginin edinilmesi, çoğaltılması ve nesiller boyunca aktarılması gerekiyor, bunun ise bir bedeli var,  zaman istiyor, sabır istiyor, fedakarlık istiyor, üzgünüm ama tüm bunların hiç birisi 21. yüzyılın yetişkin oyuncakları tarafından sunulan vaatlerle uyuşmuyor, 21. yüzyılın akıllı araçları bize hız, pratiklik ve eğlence vadediyor.

Yazının bu satırlarına kadar moral bozucu ve pesimist bir atmosfer oluşturduğumun farkındayım, tabi ki yüksek teknoloji, gelişen insan beyninin yaptığı sağlık alanındaki buluşlar, barınma konusunda geldiğimiz nokta, insan eliyle yaratılan ihtişamlı yapılar ve eserler 21. yüzyılda tüm zamanların en görkemli seviyesine ulaştılar. Fakat tüm bunlar gerçekleştirilirken, iyiliğin her zaman kendi kötülüğünü yarattığını, ve tek düşünen hayvan türü olan insanın da, içerisinde iyilik kadar kötülüğün de saklı durduğunu unutmamak gerekiyor. Ortaya konan her iyi değerin karşılığında neyi feda ettiğimizi iyi düşünmemiz gerekiyor, maalesef şu anda yapılan icatların çoğunda böyle bir kaygının güdülmediğini görüyoruz.

Hayatımızın yapı taşlarından biri haline gelen, yeni nesil iletişim araçlarının atası, üç elektrotlu radyonun mucidi Lee de Forest'da şişik egosuna rağmen kendi icadının gelecek nesillerde yaratacağı etkiyle ilgili pesimist öngörülerde bulunuyor. De Forest "bir öğretmenin 22. yüzyılın öğrencilerinin isteksiz beyinlerine bilgi aşılayabileceğini" dile getiriyor ve ekliyor, "Burada ne kadar korkunç siyasal sonuçlar yatıyor! Bu akıbetin bizi değil, gelecek kuşakları bekliyor olmasına şükretmeliyiz."

Şimdi biraz olsun durun ve düşünün, 21. yüzyılın henüz ilk çeyreğini bile tamamlamadık, çevrenizdeki ebeveynlere bakın, muhtemelen aşağıdaki görselde yer alan sahnelerle sıkça karşılaşmışsınızdır, ebeveynler kendi boş zamanlarını arttırmak ve hiperaktivite düzeyi yüksek olan çocuklarını oyalayabilmek adına, 21. yüzyılın yukarıda bahsi geçen oyuncaklarına başvururlar. Biz dijital dünyanın profesyonelleriyse sürekli olarak yeni yöntemler ve farklı uygulamalar ile öncelikle sizin daha sonra da çocuklarınızın zamanlarına talip oluruz.



Bu durum şu anda bir kısır döngüye dönüşmüş durumda, daha önce hiç bir nesil bu derece donanımlı ve interaktif teknolojik cihazlarla büyümedi, internetin tabana yayılması sadece 20 yıllık bir maziye sahip, ve hiç bir neslin beyinleri bu derece manipülasyona açık değildi.

Anlattıklarım size saçma gelmiş olabilir, fakat insan beyninin özellikle çocukluk çağında ve yetişkinliğe geçilen ilk yıllardan itibaren tüm yaşantımız süresince kullanılan alet edavat ve dış şartların etkisiyle şekillendirilebilir olduğunu biliyor muydunuz? Bu gerçeği de göz önüne aldığımızda De Forest'ın bilim kurgu tahminlerinin tam olarak onun kafasındaki gibi olmasa da 21. yüzyılın ikinci yarısında ve son çeyreğinde gerçekleşme ihtimali bulunuyor. De Forest'ın görüşünden farklı olarak benim korkum konunun sadece siyasal boyutu değil, asıl büyük sorunun ekonomide, eğitimde ve ekolojik dengelerde yaşanabileceğini düşünüyorum. Çünkü ihtiyaçlar hiyerarşimizde siyaset yer almıyor.

De Forest'ın ilk saptamasına gelince "bir öğretmenin 22. yüzyılın öğrencilerinin isteksiz beyinlerine bilgi aşılayabileceği" görüşünde özellikle isteksiz beyinler tanımının altını çizmek isterim. Zaten bilgiyi almaya çok da istekli olmayan beyinlerimizin, ilerleyen dönemlerde daha da isteksiz hale gelmeyeceğinin garantisi yok, sunulan pratiklik ekosistemi bunu şimdiden sağlamaya başladı, yeni nesiller, hazır ve pratik bilgiler dünyasında yetişiyor, onlara empoze edilen bir kaç tıklamayla çok fazla iş başarabilecek oldukları, zamanın bu sayede kendilerine kalacağı.

Peki ya bir sonraki nesil bir kaç tıklamayı da yapmak istemezse? Onun yerine hazırlanmış bilginin direkt olarak beyne girmesini talep ederse.

Eğer ebeveynler kendi çocuklarının bu yolla daha donanımlı olacaklarına, daha üst düzey işlerde çalışacaklarına, gelir düzeylerinin yükseleceğine inanırlarsa, inanın bana bu tarz bir arz oluştuğunda gereken talebi fazla sorgulamadan yaratacaklardır, bu durumda De Forest'ın bilim kurgusunun gerçeğe dönüşmeyeceğinin garantisini kimse veremez.

Bu blogu bir kaç sene önce oluşturdum, özellikle e-ticaret, dijital projeler ve sosyal medya alanında bir çok projenin içerisinde yer aldığımdan, oluşan bilgi birikimimi notlar haline getirmek arşivlemek ve paylaşmak istedim, fakat zaman zaman kendimi tutamayarak farklı alanlarda da bilmişlik tasladığımın farkındayım, maalesef ben çenesini tutamayan o çatlak sesli huysuzlardan biriyim.

Tabi ki blog kapsamında, sosyal medya projelerinde, mobil uygulamalarda, internet temelli her türlü çalışmada başarı ve başarısızlık kriterlerini irdelemeye, ana alanımda danışmanlık vermeye devam edeceğim, çünkü yaşam devam ediyor, ve çağın gerekleri bunlar.

Bununla birlikte ara sıra huysuzlanan ve farklı konularda yazmak isteyen ruh halimden pişman mıyım diye sorarsanız eğer, cevabım hayır. Arada bir dilim sürçtü ise affola.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder