28 Ekim 2015 Çarşamba

DİKKAT - BEYİNLERİNİZİ MANİPÜLE EDİYORUZ! VE ETMEYE DEVAM EDECEĞİZ!

Bir süredir aklımı geleceğin dünyası kurcalıyor, şekillenmekte olan geleceğin dünyasıyla ilgili düşünüyorum.

Aslında tek gerçek yaşadığımız an, biliyorum ve bunun fazlasıyla farkındayım. Fakat geleceğin dünyasını düşünmeden duramıyorum.

Biz el birliğiyle dünyanın kaynaklarını tükettikçe, kendimizi oyalayacak kötü oyuncaklar yaratmaya devam ettikçe, parlak bir gelecek dünyasından hangimiz söz edebilir?

Evet öncelikle sınırlı kaynaklarımızı hunharca tüketiyoruz, hep daha büyüğünü ve daha yenisini isteyerek işe başlıyoruz, büyük seçimler, yeni versiyonlar, daha geniş ekranlar ve niceleri, bir kaç lira fark ile büyük seçime geçmeyi, daha büyük bir gazlı içecek ile daha büyük boy kızarmış patates tüketmeyi kim istemez ki?

Sonuç mu? Mide sancılarından muzdarip gece uykuları, obezite ve genlerimizin gücüne bağlı olarak kanser.

Yeter ki o fırsat bize verilsin, yeter ki gelirimizde belirli seviye artışı yakalayalım, bizim için olanı istemekten asla ve asla geri durmuyoruz, çünkü çok çalışıyoruz, çünkü eğitimliyiz, çünkü yaşama bir kere geldik, o zaman hep daha fazlasını ve daha büyüğünü istemeye hakkımız var demektir.

Sömürün sömürebildiğiniz kadar desturu biz farkında bile olmadan bilinçaltımıza işlenmiştir bile.

Peki ya aramızdan birisi çatlak bir ses çıkarırsa ve yaratmakta olduğumuz kaos toplumu hakkında bir kaç kelam etmek isterse, o zaman kendi güvenlik şeridimizin dışına atıveriyoruz, düzeni bozan olarak yaftalamayı da ihmal etmiyoruz.

Dünyanın kaynaklarını tüketmekle kalmıyor, aynı zamanda kendimizi oyalamak için yeni oyuncaklar geliştirmekten, bu oyuncaklarımıza sürekli olarak yeni versiyonlar eklemekten de geri durmuyoruz. Aslında sadece markanın sonuna eklenen bir harf veya bir sayı, çoğu bildik fonksiyonlardan daha fazlasını sunmayacak pazarlama harikaları. Onlar birer statü sembolü, onlar zengin ile fakirin ortak paydaları, onlar kendimizi 21. yüzyılın oyuncusu hissetmemizi sağlayan pahalı oyuncaklarımız.

İşin daha da enteresanı kendimizi bilgi çağının çocukları ve geleceğin dünyasının yaratıcıları olarak görmemiz. Kötü habere gelince, suni bir bilgi ağının içerisinde kaybolmakta olduğumuz.

Oysa küçücük bir ekranda yukarıda aşağıya doğru akan yazılar ve görseller bilgi değil, sadece beynin tüketeceği ucuz ve bol yağlı çerezlerdir. Gerçek bilginin edinilmesi, çoğaltılması ve nesiller boyunca aktarılması gerekiyor, bunun ise bir bedeli var,  zaman istiyor, sabır istiyor, fedakarlık istiyor, üzgünüm ama tüm bunların hiç birisi 21. yüzyılın yetişkin oyuncakları tarafından sunulan vaatlerle uyuşmuyor, 21. yüzyılın akıllı araçları bize hız, pratiklik ve eğlence vadediyor.

Yazının bu satırlarına kadar moral bozucu ve pesimist bir atmosfer oluşturduğumun farkındayım, tabi ki yüksek teknoloji, gelişen insan beyninin yaptığı sağlık alanındaki buluşlar, barınma konusunda geldiğimiz nokta, insan eliyle yaratılan ihtişamlı yapılar ve eserler 21. yüzyılda tüm zamanların en görkemli seviyesine ulaştılar. Fakat tüm bunlar gerçekleştirilirken, iyiliğin her zaman kendi kötülüğünü yarattığını, ve tek düşünen hayvan türü olan insanın da, içerisinde iyilik kadar kötülüğün de saklı durduğunu unutmamak gerekiyor. Ortaya konan her iyi değerin karşılığında neyi feda ettiğimizi iyi düşünmemiz gerekiyor, maalesef şu anda yapılan icatların çoğunda böyle bir kaygının güdülmediğini görüyoruz.

Hayatımızın yapı taşlarından biri haline gelen, yeni nesil iletişim araçlarının atası, üç elektrotlu radyonun mucidi Lee de Forest'da şişik egosuna rağmen kendi icadının gelecek nesillerde yaratacağı etkiyle ilgili pesimist öngörülerde bulunuyor. De Forest "bir öğretmenin 22. yüzyılın öğrencilerinin isteksiz beyinlerine bilgi aşılayabileceğini" dile getiriyor ve ekliyor, "Burada ne kadar korkunç siyasal sonuçlar yatıyor! Bu akıbetin bizi değil, gelecek kuşakları bekliyor olmasına şükretmeliyiz."

Şimdi biraz olsun durun ve düşünün, 21. yüzyılın henüz ilk çeyreğini bile tamamlamadık, çevrenizdeki ebeveynlere bakın, muhtemelen aşağıdaki görselde yer alan sahnelerle sıkça karşılaşmışsınızdır, ebeveynler kendi boş zamanlarını arttırmak ve hiperaktivite düzeyi yüksek olan çocuklarını oyalayabilmek adına, 21. yüzyılın yukarıda bahsi geçen oyuncaklarına başvururlar. Biz dijital dünyanın profesyonelleriyse sürekli olarak yeni yöntemler ve farklı uygulamalar ile öncelikle sizin daha sonra da çocuklarınızın zamanlarına talip oluruz.



Bu durum şu anda bir kısır döngüye dönüşmüş durumda, daha önce hiç bir nesil bu derece donanımlı ve interaktif teknolojik cihazlarla büyümedi, internetin tabana yayılması sadece 20 yıllık bir maziye sahip, ve hiç bir neslin beyinleri bu derece manipülasyona açık değildi.

Anlattıklarım size saçma gelmiş olabilir, fakat insan beyninin özellikle çocukluk çağında ve yetişkinliğe geçilen ilk yıllardan itibaren tüm yaşantımız süresince kullanılan alet edavat ve dış şartların etkisiyle şekillendirilebilir olduğunu biliyor muydunuz? Bu gerçeği de göz önüne aldığımızda De Forest'ın bilim kurgu tahminlerinin tam olarak onun kafasındaki gibi olmasa da 21. yüzyılın ikinci yarısında ve son çeyreğinde gerçekleşme ihtimali bulunuyor. De Forest'ın görüşünden farklı olarak benim korkum konunun sadece siyasal boyutu değil, asıl büyük sorunun ekonomide, eğitimde ve ekolojik dengelerde yaşanabileceğini düşünüyorum. Çünkü ihtiyaçlar hiyerarşimizde siyaset yer almıyor.

De Forest'ın ilk saptamasına gelince "bir öğretmenin 22. yüzyılın öğrencilerinin isteksiz beyinlerine bilgi aşılayabileceği" görüşünde özellikle isteksiz beyinler tanımının altını çizmek isterim. Zaten bilgiyi almaya çok da istekli olmayan beyinlerimizin, ilerleyen dönemlerde daha da isteksiz hale gelmeyeceğinin garantisi yok, sunulan pratiklik ekosistemi bunu şimdiden sağlamaya başladı, yeni nesiller, hazır ve pratik bilgiler dünyasında yetişiyor, onlara empoze edilen bir kaç tıklamayla çok fazla iş başarabilecek oldukları, zamanın bu sayede kendilerine kalacağı.

Peki ya bir sonraki nesil bir kaç tıklamayı da yapmak istemezse? Onun yerine hazırlanmış bilginin direkt olarak beyne girmesini talep ederse.

Eğer ebeveynler kendi çocuklarının bu yolla daha donanımlı olacaklarına, daha üst düzey işlerde çalışacaklarına, gelir düzeylerinin yükseleceğine inanırlarsa, inanın bana bu tarz bir arz oluştuğunda gereken talebi fazla sorgulamadan yaratacaklardır, bu durumda De Forest'ın bilim kurgusunun gerçeğe dönüşmeyeceğinin garantisini kimse veremez.

Bu blogu bir kaç sene önce oluşturdum, özellikle e-ticaret, dijital projeler ve sosyal medya alanında bir çok projenin içerisinde yer aldığımdan, oluşan bilgi birikimimi notlar haline getirmek arşivlemek ve paylaşmak istedim, fakat zaman zaman kendimi tutamayarak farklı alanlarda da bilmişlik tasladığımın farkındayım, maalesef ben çenesini tutamayan o çatlak sesli huysuzlardan biriyim.

Tabi ki blog kapsamında, sosyal medya projelerinde, mobil uygulamalarda, internet temelli her türlü çalışmada başarı ve başarısızlık kriterlerini irdelemeye, ana alanımda danışmanlık vermeye devam edeceğim, çünkü yaşam devam ediyor, ve çağın gerekleri bunlar.

Bununla birlikte ara sıra huysuzlanan ve farklı konularda yazmak isteyen ruh halimden pişman mıyım diye sorarsanız eğer, cevabım hayır. Arada bir dilim sürçtü ise affola.

24 Ekim 2015 Cumartesi

Sosyal Medyada Başarı Formülleri: Basitlik - Basitlik - Basitlik

Geçtiğimiz haftalarda bu blogda sosyal medyada başarı formülleri üzerine 2 farklı yazı yer aldı, bu yazılardan ilkinde lokasyon bazlı uygulamaları, ikincisindeyse davet mekanizmalarını ele aldık.

Şimdi ise değineceğimiz konu piramidin tepe noktasında yer alan ve sosyal medya uygulamalarında başarının kilit noktası olan "Basitlik".

Konu basitlik olunca söylenmesinin çok kolay, fakat uygulamaya aktarılmasının çok zor olduğunu yazının hemen başında kabul etmemiz gerekiyor.



Bu güne kadar yaptığımız uygulamalarda ne kadar çok fonksiyonla işe başladığımızı ve başarılı olan uygulamalarımızda ne kadar az fonksiyonun yer aldığını gördüğümde şaşırıyorum. Ve her seferinde yeni bir çalışma yaptığımızda "Basitliğin" ne derece önemli olduğunu bilmeme rağmen, bir çok farklı fonksiyonu eklemekten ve işin ilerleyen safhalarında sadeleştirmeye çalışmaktan da kendimi alamıyorum.

Bu durum üzerinde kafa yorarken, daha önceden bir yerlerde okuduğum (üzgünüm atıfta bulunamıyorum çünkü nerede okuduğumu hatırlayamıyorum) BİLGİNİN LANETİ tanımı aklıma geldi, evet BİLGİNİN LANETİ, özellikle kırmızıyla yazıyorum, altını çiziyorum ve bold yapıyorum.

Biz sosyal medya girişimcileri, uygulama geliştiriciler, web 2.0 proje üreticileri, hepimiz bir şekilde bilgini lanetinden muzdaribiz, ulaşmamız gereken nihai hedefin basitlik olduğunu biliyoruz, fakat kendi bilgi yoğunluğumuz içerisinde projemizde ilerlerken yaptığımız işe kendimizi o kadar kaptırıyoruz ki, bize basit gelen ve el yordamıyla çok hızlı bir şekilde kullandığımız kendi uygulamalarımızı, son kullanıcıların gözünden görmeyi unutuyoruz.

Aylarca ve belki yıllarca emek verilen uygulamalarımız kullanıcıların eline ulaştığında, biz nasıl rahat bir şekilde kullanabiliyorsak, aynı rahatlıkla ve bizimle eşit kavrayış düzeyinde kullanıcılarımızın da hemen uygulamamıza adapte olmasını bekliyoruz.

Oysa kullanıcılar için biz Facebook News Feed'de yer alan ve sürekli aşağıya doğru akan Postlardan sadece birisiyiz. Onların sınırlı zamanlarından kendi hanemize bir kaç dakikayı yazdırmaya çabalıyoruz, kendi hanemize yazdırdığımız o bir kaç dakika içerisinde, potansiyel kullanıcılarımıza ne kadar basit bir uygulama sunabilirsek, tabana yayılma şansımız da o derece artıyor.

Uygulamamızın son kullanıcı tarafından kavranma süresi ne kadar uzarsa, kullanıcıları kaybetme ve tekrar kazanamama tehlikesiyle karşı karşıyayız demektir.

14 Ekim 2015 Çarşamba

Sosyal Medyada Başarı Formülleri: Davet-Davet-Davet

Blogda bir önceki yazıda lokasyon belirtme seçeneklerinin bir uygulamanın sosyal medya entegrasyonunda ve başarısında ne kadar önemli etkiye sahip olduğunu incelemiştik.

Bu yazı kapsamında inceleyeceğimiz konu ise; davet sistemine sahip ve kapalı devre çalışan uygulamaların başarıya olan etkileri.

İlk olarak davet sisteminin ve kapalı devre uygulamaların çalışma mekanizmaları üzerinde durmamızda fayda var. Bir uygulama dağıtıma verildiğinde, kapalı devre çalışmasını, sadece içerideki eski kullanıcıların davetiye göndermesiyle yeni üyelerin kabul edilmesi olarak tanımlayabiliriz.



Bir çok sosyal medya aplikasyonu başlangıç seviyesinde kapalı devre çalışmanın nimetlerinden faydalanmışlardır. Bu nimetlerden en önemli ikisine gelince.

* Gizem Oluşturma, kapalı olana karşı duyulan merak algısından faydalanmak.

Aynen gerçek hayatta olduğu gibi, önünde sıraların oluştuğu ve içeriye girmek için can attığınız mekanları düşünün, aslında bu mekanlarda içerisi boş olsa bile kapıda bir kuyruk yaratıldığını ve içeriye insanların yavaş yavaş alındığını, kuyruğun bu sayede sürekli hale getirildiğini unutmayın. Uygulamanızda yaratmanız gereken de işte aynen bu algıdır, içeriye yavaşça ve belirli bir sıra dahilinde kullanıcılarınızı alın ve gizem oluşturmayı düzenli hale getirin.

* Sınırlı kitle ile testleri daha başarılı bir şekilde yürütmek ve oluşabilecek hataların az kişi tarafında görülmesini sağlamak.

Uygulamanız özellikle beta sürümündeyken, private beta sizin kurtarıcınız ve yol göstericiniz olacaktır. Çünkü ilk sürümler ne kadar teste tabi tutulmuş olursa olsun, son kullanıcılarınız tarafından yapılacak ziyaretlerde sizin testler sırasında fark edemeyeceğiniz hatalarla ve farklı kullanıcı deneyimleriyle karşılaşacaksınız, bu nedenle de uygulamanızın en azından ilk sürümlerini davetiye sistemiyle yürütmek yararınıza olacaktır.

Bu sayede kısaca davetiye mantığının sosyal medyada başarıya giden yolda bize sağlayacağı faydalara değinmiş olduk. Sosyal Medyada Başarı Formülleri serisinde bir sonraki yazımızın başlığna gelince: "Basitlik-Basitlik-Basitlik"

11 Ekim 2015 Pazar

Sosyal Medyada Başarı Formülleri: Lokasyon-Lokasyon-Lokasyon

Önceki dönemlerde sosyal medya hakkında bu blog kapsamında yer alan yazılara ek olarak, sırada sosyal medyada başarıya ulaşma formülleri üzerindeki incelemeler var.

İlk olarak üzerinde duracağımız konu, "Bir sosyal medya uygulamasının başarısında Lokasyon Bazlı Uygulama entegrasyonunun önemi." olacak.

Yazının hemen başında, lokasyon bazlı uygulamayla ne kastettiğimize kısaca değinelim. En basit tanımıyla; mobil cihazlar aracılığıyla bulunduğunuz konumu kendi sosyal ağınız ile paylaştığınız, konum desteği sağlayan her tür uygulamayı lokasyon bazlı uygulama olarak adlandırabiliriz.



Bir uygulamanın lokasyon gösterme desteğine sahip olmasıyla sosyal medyada başarılı olabilmesi arasında ciddi bir ilişki bulunmaktadır.

Lokasyon belirtme ihtiyacı hem sosyolojik hem de psikolojik temellere dayanmaktadır. Bu blog kapsamında daha önce yayınlanan Gezi Savaşları başlıklı yazı hafif ironi içermesine rağmen lokasyon bazlı uygulamaların neden başarılı olduğuna dair bazı tespitler de içeriyordu meraklı okuyucunun ayrıca ilgisini çekeceğini düşünüyorum.

Tüketim toplumunun bireylerine her dönemde yeni ve özgün araçlarla farklı tüketim alışkanlıkları benimsetilir ve tüm iş modellerinin de bu araçların nimetlerinden faydalanacak şekilde kurgulanması gerekir, bu kurguyu gerçekleştiremeyen iş modellerinin başarı şansı gerçekleştirebilenlere göre oldukça düşüktür.

2000'ler ve 2010'lu yıllarda benimsetilen yeni tüketim alışkanlığı, Deneyim Pazarlamasıdır, Deneyim Pazarlamasının temelinde, yeni orta sınıfın gezdiği gördüğü ve deneyimlediği her tür mekanı paylaşma isteği ve bu paylaşma isteğinin arkasından gelen, pazarlamanın taklit etkisi sayesinde daha geniş kitlelerin aynı mekanlara ve deneyimlere doğru çekilmesi yatar.

Geliştirmekte olduğunuz uygulama her ne olursa olsun, ya kendiniz bir şekilde içerisine lokasyon belirtme seçenekleri ekleyin(yazılım gücünüz ve altyapınız eğer bu tarz bir yapı kurmanız için olanak tanıyorsa), veya lokasyon bazlı ve SDK (software development kit) sunan bir uygulamayla kendi uygulamanızı entegre etmenin bir yolunu bulun.

Başarı şansınızı ciddi oranda arttıracak olan bu eforun size bir çok faydası olacaktır. Bu faydalardan en önemli ikisini gelince;

Öncelikle uygulamanızın başlangıçta sadece kendi lokal ağınız tarafından kullanılacağını göz önüne alırsanız, lokasyon belirtme özelliğini sunacağınız ilk dönem kullanıcılarınızın, uygulamanızı paylaşma iştahı çok daha yüksek olacaktır.

İkinci olarak, lokasyon belirtme uygulamalarıyla entegre bir yapı kurmanız, gelir modeli oluşturma aşamasında da size bir çok fayda sağlayacaktır, yazının giriş bölümünde de açıkladığım gibi, deneyim pazarlaması, lokasyon belirtme desteğine sahip uygulamalardan beslenmektedir, ve bu tarz uygulamaları pazarlama faaliyetlerinin temeline yerleştirmektedir.

Sosyal Medyada Başarı formüllerinde bir sonraki yazıya gelince işte bir sonraki başlığımız: "Davet-Davet-Davet" olacak.

3 Eylül 2015 Perşembe

Kendinden Utanıyor musun? Ben Utanıyorum.

Ey sevgili dostum,

Bodrum sahillerine vuran 3 yaşındaki yavrunun resmini sosyal medyada paylaştın mı?

Veya paylaşan bir arkadaşının resminin altına yorum yazdın mı?

En azından Facebook'a girdiğinde olaydan haberdar olmuş ve ekran karşısında gözyaşlarını tutamamışsındır, yoksa yanılıyor muyum?



Evet her yerde yazdığı ve bilindiği gibi, Bodrum sahillerine vurdu 3 yaşında bir çocuk. 

Eminim o Bodrum sahillerinde şezlonglara uzanıp ufka dalışımızın üzerinden çok zaman geçmemiştir, o beş yıldızlı her şey dahil sistemiyle çalışan tatil köyünden ne kadar uzakta çekilmiştir ki o resim? 

Hani şu tonlarca yemeğin usulcacık imha edildiği tatil köyü var ya, işte o otelden bahsediyorum, tam yerini bilmesek de, inan bana çok uzağından değil o fotoğraf karesi. 

Biz ki o tatil köyünde günümüzü gün ettik, kimi zaman servisi beğenmedik, kimi zaman çalışanların Türklere olan ilgisizliğinden şikayet ettik, bazen odaları kötüydü. Bodrum gece yaşantısı da çok bozmuştu değil mi? Zaten tam da eğlenemedik. Hem kro dolmuştu değil mi Bodrum? Şimdi Çeşme'nin mi modasıydı ne? Ya da işte öyle bir şeyler...

Bu anlattıklarım hiç yabancı gelmiyor değil mi? Evet sevgili dostum, biraz sensin bu anlattılanlardaki biraz da ben.

Şimdi tüm bunları yapanlar olarak, bir resmi sosyal medyada paylaşarak kendimizi daha iyi biri olduğumuza inandırabilir miyiz? Hiç utanç duymadan gerçekten bunu yapabilir miyiz?

Eğer hiç utanç duymadıysan, yazının bundan sonrasını okuma, kapat gitsin bu ekranı, sana çok saçma ve gereksiz gelmiştir yazdıklarım, zaten seninle de ayrı dünyaların insanlarıyız biz dostum! Dostum diyorsam da, lafın gelişi.

Peki ne mi yapmalı? Bu utanç az da olsa nasıl diner biliyor musun?

Her yaptığımızı Facebook'ta ve Instagram'da ve diğer kanallarda paylaşmaktan vazgeçtiğimizde.

Kendi kısacık zevklerimiz uğruna bin bir güçlükle kazandıklarımızı, olur olmaz şaklabanlıklar için harcamaktan usandığımızda.

Bir işin ucundan tutup gücümüz ölçüsünde bir şeyler üretmeye çabaladığımızda.

Kafamızı kaldırıp, gerçekten ve gerçekten çevremizde neler oluyor diye bakındığımızda.

Alın terimizle kazandıklarımızı doğru amaçlar uğruna harcamayı öğrendiğimizde.

Yaptığımız ve bize karşılığında para ödenen işlerimizi abartmayı kesip, aslında bir işe sahip olduğumuz için ne kadar şanslı olduğumuzu düşünmeye başladığımızda ve bunun için şükretmeyi öğrendiğimizde.

Anlık zevklerimiz ve kendimizi gösterme çabamızın uğruna, mide bozan iğrenç restoranların sahiplerini, ruhsuz tatil köyü işletmecilerini zengin etmeyi bıraktığımızda.

Daha naif, gösterişten ve egolarımızdan arınmış sade bir yaşamı kabullendiğimizde... 

Biraz olsun diner bu utanç, çünkü ne sen ne de ben dünyayı daha iyi bir yer yapamayız, şuncacık canımızla bir farkındalık yaratamayız, ne kimsenin görüşünü değiştirebiliriz ne de kimseyi doğru bildiğimiz yola sokabiliriz, herkes kendi doğru bildiği yolda yürümeye devam eder. Ve senin de benim de gücümüz sadece kendimize yeter. Biz sadece kendi yaşantımızda ufak değişiklikler yapabiliriz.

İşte o zaman belki biraz olsun hak edersin o resmi paylaşmayı, ama tüm bunları yapmadan sakın ola ki bir daha o resmi paylaşma. Çünkü ben henüz tüm bu anlattıklarımı yapmayı başaramadım ve o yüzden de o resmi ne paylaşma hakkını ne de yorum yapma hakkını kendimde bulmuyorum.

3 Ağustos 2015 Pazartesi

Monetization İçin 4 Farklı Model

Dijital girişimler alanında faaliyet gösterenlerin veya göstermeye niyetli olanların yol haritalarının hem başlangıç noktasında hem de son noktasında "Monetization" yer alır.

Ticari bir faaliyet olarak hem zaman hem de maddi yatırımlar yaptığımız dijital (web+mobil) projelerimizin belirli bir aşamasında kendi nakit akışlarını sağlamaları ve bir sonraki aşamada karlı yapıya geçmiş olmaları gerekmektedir.



Dijital ticari projemizi ister kendimiz yürütelim, ister yatırım firmalarına sunacak olalım, her iki senaryoda da Monetization yöntemlerimiz, iş modelimizin en önemli noktasını oluşturacaktır.

Henüz Türkçe tam karşılığını veremesek de, oldukça eğreti ve ucuz bir tanımlama olsa da; monetize etmek - paraya çevirmek şeklinde karşılık bulduğunu söyleyebiliriz.

Dijital girişimler için literatürde tanımı bulunan 4 farklı "Monetization" yöntemi yer almaktadır. Bu 4 yöntemden kendi projelerimize en uygun görünen 1 veya 2 tanesini yolun başında belirlememiz, ve yatırımcı dosyalarımız içerisinde doğru projeksiyonlarla bu yöntemleri kendi projelerimizde nasıl uygulayacağımızı gösterebilmemiz gerekmektedir. Yazının başında belirttiğim gibi, projelerimizi kendimiz finanse ediyor olsak bile "Monetization" yöntemlerimize yeterli mesaiyi vermemizde fayda vardır.

Şimdi sırasıyla 4 yöntemi inceleyebiliriz:

* In-App Advertising (Uygulama içi reklam modeli)

Uygulamamız içerisinde, uygulamanın arayüzünü yormayacak ve kullanıcı deneyimini düşürmeyecek yapıda reklam alanları yaratmak ilk olarak inceleyeceğimiz Monetization Modelidir.

Bu modeli kullanmaya karar vermeden önce dikkat etmemiz gereken bazı noktalar bulunmaktadır, Uygulamamızın yapısının hedeflenebilir üye bilgileri almaya müsait olması gerekmektedir, yani yaş cinsiyet ve benzeri demografiklerle düzgün bir şekilde bölümlendirilmiş bir kullanıcı kitlesine sahip olmamız veya uygulamamızın yapısal olarak ileri bir tarihte bu tarz bir kitle oluşturabilmesi gerekmektedir. Çünkü reklam verenler trafik satın alırken doğru hedef kitleye ulaşmak isteyeceklerdir, yeni medya düzeninde yaratılan trafiğin niceliği değil niteliği ve kalitesi çok daha önemli bir hal almıştır.

* Freemium (Gated Features)

Uygulamamızda yer alan özellikleri standart özellikler ve ekstra özellikler olarak iki bölüme ayırmak, yine uygulama içerisinde yaratacağımız farklı üyelik tiplerinden standart üyeliği ücretsiz olarak sunmak, üst seviye üyelikleri ise piyasa şartlarında fiyatlandırarak cazip bir kısım özelliği sadece üst üyelik modeli satın almış olanların kullanımına açmak Freemium (Gated Features) olarak tanımlanmaktadır.

Seviye mantığında çalışan oyunlar için oldukça uygun bir monetization modelidir. Uygulamamız içerisinde geçirilen süre yüksekse ve aynı kullanıcılar tarafından uygulamamız sürekli olarak kullanılmaktaysa freemium modeli kullanmak yararımıza olacaktır. Fakat bu model ile yeterli nakit akışını bize sağlayacak gelir elde edebilmek için hatırı sayılır miktarda düzenli giriş yapan kullanıcı kitlesine sahip olmamız gerektiğini ve bu kitlenin oluşmasının da uzunca bir süre alacağını hesaba katmamız gerekmektedir.


* In-App Purchases

Özellikle oyun bazlı uygulamalarda kullanılan bu modeli farklı tipteki uygulamalarda da kullanmak mümkündür.

Bu modelin temelini uygulama içerisindeki belli özellikleri kullanıcılara ücretli olarak satmak oluşturur. Dijital oyunlarda ekstra hakların satılması veya dijital para birimi satılması gibi yöntemleri bulunmaktadır.

Bu yöntemi uygulayacak olanların  dikkat etmesi gereken bazı noktalar vardır, uygulama içerisindeki alışveriş sepeti yapısına kullanıcıların doğru bir şekilde yönlendirilmesi ve alışveriş sepeti yapısının çok basit olması gerekmektedir. Ayrıca uygulama içerisinde yapılacak olan dijital ürün alımlarında elde edilecek olan faydanın da kullanıcıya çok açık ve basit bir dille anlatılmış olması önemlidir.

*Sponsorships (Incentivized Advertising)

En yeni yöntemlerden biri olan Sponsorships (Incentivized Advertising) uygulama içerisinde belirli hedeflerin konması ve kullanıcıların bu hedeflere ulaşmasıyla birlikte, sponsorlar tarafından ödüllendirilmelerine dayanır.

Uygulamanız hedefli bir yapıya sahipse ve yeterli düzeyde kullanıcıya hızlı bir şekilde erişebileceğinizi ön görüyorsanız, kullanıcılarınızı banner reklamlarıyla sıkmadan, onlara ekstra faydalar sağlayarak Sponsorships (Incentivized Advertising) tercih etmeniz mümkündür. Sponsorlar ise yenilikli bir iş modelinden daha kaliteli trafik elde edecekleri için önümüzdeki dönemlerde yıldızı parlayacak bir "Monetization Modeli" olarak göze çarpmaktadır.

Bu şekilde 4 farklı modeli kısaca incelemiş olduk, farklı fikirleriniz veya bu yazı kapsamında açıklanmış olan modellerle ilgili görüşleriniz varsa sayfa yorumlarından paylaşabilirsiniz.

Faydalı olması ümidiyle...

2 Ağustos 2015 Pazar

Mutluluk = Gerçekleşen > Beklenti

İnsanın mutluluk arayışı, zamandan ve mekandan bağımsız, bir salgın hastalık gibi, tüm dünyada, tüm dinlerde, tüm ırklarda...

Tüm insanlığın tek geçerli ortak noktası...

Bir çok konuda çatışma içerisinde olsak da, aslında hepimizin tek ortak paydası...

Mutluluk Arayışı

Oysa salt mutluluk veya mutsuzluğun aslında var olmadığını, hayatın mutluluk ve mutsuzluk anlarının bir bütünü olduğunu kabullendiğimizde gerçek huzura ve iç dengeye ulaşabiliyoruz.

Çevreme baktığımda sıkça duyduğum sorular, serzenişler... "mutlu olmayı hak etmiyor muyum?" / "mutlu olmak için ne yapmalıyım?" / "ne yaparsam yapayım kendimi yeterince mutlu hissetmiyorum"

Peki cevabı nedir? En bilgelerde mi saklı? Yoksa cevap verilemez bir soru mu?

Evet bir cevabı var, öncelikle mutluluk takıntısından kurtulmamız gerekiyor.  Hayat mutluluk takıntısıyla ziyan edilmeyecek kadar kısa.

Bize sürekli olarak empoze edilen, "hep mutlu ol", "umarım çok mutlu olursunuz", "sen mutlu olmayı hak ediyorsun" telkinlerinin yapmacıklığını görmeli ve bu telkinlere nazik bir gülüşle karşılık verip, yaşam gayemiz yapmamalıyız.

Eğer bu tuzağın içerisine düşersek ne mi olur?

Düzenin istediği oyunu oynamaya başlarız, mutluluk arayışı bizi irademizin gücüne veya güçsüzlüğüne bağlı olarak farklı tüketimlere yöneltir, girdabın içerisine çekilerek sistemin arzuladığı oyunculardan biri haline geliriz. Sahte ve yapmacık yönlendiricilerin, danışmanların, uzmanların veya adları her neyse, hayatımızı yönlendirmesine izin verir, onlara hem maddi hem manevi olarak borçlanmaya başlarız.

İşin özünde hiç doymak bilmeyen tarafımız midemiz değil, ruhumuzdur.

Ve ruhumuz da aynen midemiz gibi mutlak bir diyet hali içerisinde yer aldığında formumuzu koruyabiliriz.

Öncelikle hayatımızda kendimize koyduğumuz hedeflerden bir kısmının gerçekleşeceğini ve bir kısmının ise her zaman hayal olarak kalacağını kabullenerek işe başlayabiliriz.

Çünkü elde ettiğimiz her maddi varlığın veya kazandığımız her başarının bir üst seviyesi mutlaka vardır.

İnsan olarak hedefsiz yaşayamadığımız gibi, herhangi bir hedefimizden arzuladığımız sonucu alamadığımız zaman, elimizde kalanla yetinmeyi başarabilmek, aslında kendimize verebileceğimiz en büyük ödüldür.

Bu sayede gerçekleşmiş olan durumumuz beklediğimiz durumumuzla ya eşit olacak veya gerçekleşen durum beklenen durumumuzun üzerinde yer alacaktır. Mutluluğun en geçerli ve basit formüllerinden birisi budur.




30 Haziran 2015 Salı

Bu Gün Dene, Çok Geç Olmadan Dene, Hemen Dene!

Hayat rutin, hayat koşturmakla geçiyor...

Geçiyor evet, istesek de istemesek de geçiyor. Bizler de yaşamımız boyunca, dünya üzerinde ama iyi ama kötü bir misafirlik süreci yaşıyoruz.

Bu misafirliğimiz süresince, her günümüzün yaklaşık 8-12 saatlik dilimini bir iş yerinde çalışmakla geçiriyoruz, kimimiz camı penceresi olmayan bir odada bilgisayar başında, kimimiz yollarda, kimimiz bir inşaat alanında, belki bilek gücüyle belki de beyin gücüyle çalışarak ve yıpranarak.

Tablo ne kadar korkutucu görünüyor değil mi? Aslına bakarsanız hiç de korkutucu değil, tam olarak olması gerektiği gibi.

Neden mi? Olay DNA mızla ilgili... Kuşların DNAsı uçmaya, atların DNA'sı koşmaya programlıdır... İşte size bir sürpriz; insanın DNAsı da bir amaca yönelik olarak çalışmaya programlıdır. Bir kuşun DNAsı ile oynarak uçmak yerine karada yaşamasını sağladığımızı düşünün, yaşamı sizce ne kadar uzun sürer. Aynı şey insanlar için de geçerli. Ve biz insanlar kendi DNA'mız ile oynamayı çok
severiz.



DNA'mızda yazılı olan "bir amaca yönelik çalışmak" olgusundan nefret eder, kendimizi çalıştığımız yerden sokaklara atmak için saatleri sayarız. Oysa dünyadaki hiç bir tat, bir amaca yönelik olarak çalışarak, bu çalışmanın sonucunda ortaya çıkarttığımız küçük veya büyük eserimizin bize yaşatacağı hazzın yerini alamaz.

Üstelik bunu yapmak için doğa tarafından şımartılmış olan üstün yetenekli insanlardan birisi olmamız da gerekmez. Hepimiz kendi becerilerimiz doğrultusunda iş yaşantısı içerisinde bir amaç belirleyebilir ve belirlediğimiz bu amaç doğrultusunda bilgi ve donanımlarımızı arttırarak ortaya farklı değerler çıkartabiliriz.

Çünkü yazının başlangıcında belirtildiği gibi, doğuştan şanslı olan soylu sınıfı dışındaki herkesin yaşamını devam ettirebilmek için ekonomik düzenin bir parçası olması ve bir şekilde diğer insanlara bir servis sağlayarak yaşamını devam ettirecek gelire ulaşması gerekmektedir.

Bu sebepten yapılan iş her ne ise, bu işin yaşamımızın önemli bir bölümüne hakim olacağını kabul etmemiz ve işten kurtulacağımız bir kaç saatlik boş zaman yerine, çalışmakla geçirmek zorunda olduğumuz zamanlardaki yaşam kalitemizi arttırmanın yolunu bulmamız gerekmektedir.

Bunu başarmanın yoluna gelince;

Çalıştığımız iş yerinde bize verilen işi layıkıyla yapmak ve işe bir katma değer ekleyecek fikirler üreterek bu fikirleri hayata geçirmek için çabalamak bu yollardan biridir, tabi ki çalıştığımız
iş ortamında bir çok farklı ve zor karakterle birlikte olmamız gerektiği gerçeğini göz ardı edemeyiz, buna rağmen biz kendi alanımızda elimizden geleni yapar ve oluşturabileceğimiz katma değeri layıkıyla sağlarsak er ya da geç içinde bulunduğumuz iş ortamında veya bir başka iş ortamında, hatta kendi işimizde amaçladığımız başarılara ulaşabiliriz.

Özetlersek her ne işle uğraşıyor olursak olalım, iş içindeki yaşam kalitemizi yükseltmenin yollarını aramak ve bulmak zorundayız, iç huzurun yoğun olduğu mutlu ve dingin bir hayat geçirmenin başka yolu yoktur. Aksi durumda bir günün 10 saatini iş dışında geçireceğimiz 2 saat için heba etmiş oluruz ki, bu da büyük bir zaman israfı anlamına gelir.