28 Ekim 2013 Pazartesi

GİRİŞİMCİNİN 7 ÖLÜMCÜL GÜNAHI


Eminim bir çoğunuz 1995 yapımı  "Seven" filminini izlemişsinizdir, en azından bir yerlerde gözünüze ilişmiştir, ve konuya hakimsinizdir, filmde Brad Pitt,  Morgan Freeman ve Kevin Spacey başrollerdedir, 7 ölümcül günahın çevresinde gelişen bir polisiyedir. Halen izlemeyenler vardır diye filmin konusuna çok fazla değinmeyerek, günahlar tarlasında gezinen biz girişimcilerin bu 7 ölümcül günahtan nasıl ve ne şekilde etkilendiğimizi örneklerle aktarayım.





1. GÜNAH - Kibir, Kendini beğenmişlik 

Girişimcilerin sıklıkla karşılaştıkları, ve kısa süre içerisinde kendilerini kaptırdıkları bir günahtır. Bir girişimcinin çevresi, belli bütçelerin yönetimine eriştiğinde, kısa sürede egosunu şişirecek kişiler tarafından sarılır. Bu kişilerin ve size verecekleri suni mutluluk hissinin ardından içine çekileceğiniz günah kibirdir. Kendini beğenmişlik dehlizine bir kez girdiğinizde, elinizdeki bütçelerin hızla eriyeceğini, ve egonuza hizmet edenlerin de zamanla çevrenizden çekilmeye başlayacaklarını göreceksiniz. İşin sonundaysa egonuzla baş başa kalma ihtimaliniz yüksektir.

2. GÜNAH - Açgözlülük

Girişimcileri zor durumlara sokan bir diğer günah ise açgözlülüktür. Önünüzde sınırlı imkanlarla ve sınırlı kadrolarla çalışmanızı gerektirecek uzunca bir dönem olacaktır, bu dönem içerisinde ekibinizin ve iş ortaklarınızın sizden uzaklaşmalarını sağlayacak günah artık karşınızdadır. Ön saflarda savaşmanızın beklendiği zamanlarda, açgözlülükle kaynakları kullanmaya başlarsanız, kısa süre içerisinde göze çarparak yalnızlaşırsınız, bu nedenle, dikkati elden bırakmayın, kaynaklarınızı savurmayın,  kendinize mutlaka yeterli miktarda parayı ayırın, fakat eğer elinizdeki işe gerçekten güveniyorsanız, asla açgözlü davranmayın.

3. GÜNAH - Şehvet Düşkünlüğü

Şehvet her zaman ve her yerde pusuya yatarak bizleri bekleyen bir günahtır. Daha önceki yazılarımda da yer verdiğim gibi, yeni ekonomik yapı, orta sınıfın güçlenmesi, teknolojinin gelişmesi ve insanoğluna sunulan imkanların artması, şehvete olan düşkünlüğümüzü de arttırmıştır. Eğer bir girişim gerçekleştirmeyi düşünüyorsanız, maddi ve manevi olarak buna hazır olmanız gerekmektedir. Burada şehvetten kastedilenin sadece cinsel çağrışımlar olmadığını, şehvet günahı kapsamına sokulabilecek binlerce durum ve olayın olduğunu da hatırlatmak isterim. En azından belli bir süre için, bir çok şahsi zevkinizden feragat etmeye hazır olun, çünkü şehvet düşkünlüğünüz aynı açgözlülük günahında olduğu gibi kısa sürede fark edilir, özünde çok da iyi olmayan iş dünyası içerisinde bir kez şehvet günahına yakalanan girişimci göz açıp kapayana kadar etrafındakileri kendinden soğutacak ve uzaklaştıracaktır.

4.GÜNAH - Kıskançlık, Hasetlik

Ne tür bir girişim içerisinde olursanız olun, öncelikle ortaklarınız, daha sonra da içeride ve dışarıda farklı ekip kurgularıyla muhatap olmanız gerektiğini aklınızdan çıkarmayın. Bu kadar farklı yapıdaki insan topluluklarıyla bir arada olma ve paylaşımda bulunma zorunluluğunuz, kıskançlık günahını beraberinde getirecektir. Girişimcilik yolculuğunda, hasetle er ya da geç tanışırsınız, bu tanışıklığı ne kadar erken yaşarsanız, ve kıskançlığınızı ne kadar erken boğmayı başarırsanız, kendinize büyük bir iyilik yapmış olursunuz. Bu günah sadece girişimcileri sarmaz, aynı zamanda iş ve sosyal yaşantımızın farklı alanlarında da karşımıza çıkacak olan, yok etmemiz gereken bir günahtır.

5. GÜNAH - Oburluk

İlk bakışta oburluğun da girişimcileri saran bir günah olduğunu tasavvur etmenizin ve bana hak vermenizin ne kadar zor olduğunu biliyorum. Fakat gerçek hayatta oburluk da, girişimcinin karşısında dikilen önemli bir günahtır, açgözlülüğe benzemekle birlikte, daha bireysel bir günah olarak ayrılır. Eğer girişiminize başlamanızda birincil amacınız hızlı bir şekilde para yapmak ve işinizi satıp kazandığınız paralarla zevk ve sefa içerisinde bir ömür geçirmekse, siz girişimcinin oburluk günahına çoktan davet edilmişsiniz demektir, ivedilikle girişiminizde en az bir tane para dışı amaç tanımlamalı, ve müşterileriniz için nasıl değer yaratacağınızı belirlemeye başlamalısınız, çünkü siz bir defa girişiminiz ile değer yaratmayı başarır, ve yarattığınız bu değer ile iç dünyanızda mutlu olmayı öğrenirseniz, hiç beklemediğiniz anda paranın sizi bulduğunu, ve peşinizi bırakmadığını göreceksiniz.

6. GÜNAH - Öfke, Yıkıcılık, Gazap Etmek

Öfkenin içine sürüklenmeyeceğiniz, yıkıcılığı ve gazap etmeyi görmeyeceğiniz bir girişim türü henüz icat edilmedi, bu durumda siz de ister istemez öfke günahına zaman zaman çekileceksiniz, sizi bu günahın kıskacından kurtarabilecek tek yol ise empati yeteneğinizi geliştirmek olacaktır, karşınızdakileri anlama çabasını gösterin, fakat onlardan karşı çabayı göremiyorsanız, bu kişilerden uzaklaşın, çünkü sizin kurduğunuz empatiyi kötü amaçla kullanacak ve sizden çıkar sağlayacaklardır. Öfkelendiğiniz zamanlarda, öfkenizi yıkıcı bir şekilde kullanmak yerine hedeflerinize doğru giden yolda sizi kamçılamasını sağlarsanız, bu günahı alt etmiş olursunuz, böylece günah sizi kullanamayacak, aksine siz öfke günahını kendi hesabınıza çalıştırmış olacaksınız.

7. GÜNAH - Tembellik, miskinlik

Girişimciyi saran en önemli günahı en sona bıraktım, son olarak tembellik ve miskinliğin bizleri nasıl sarabileceğine bakalım. Öncelikle girişimci olarak, işinizle ilgili en büyük ve en önemli sorumlulukların size ait olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Bir başkası, üçüncü bir şahıs işinizi sizden daha fazla düşünmeyecektir, siz düşündüklerini zannetseniz bile. Bu durumda da sizin herkesten daha fazla işinize konsantre olmanız ve algılarınızın sürekli açık tutmanız gerekecektir, bir kere kendi işinizin rahatlığına kendinizi kaptırarak tembellik günahına girerseniz, çevrenizdekiler bu zaafınızdan faydalanacaklardır. Bu yüzden eğer üzerinizde miskinlik ve bir güçsüzlük hissediyorsanız, maaşlı ve düzenli bir işte çalışmayı girişimciliğe tercih etmeniz daha doğru olacaktır. Çünkü miskinlik kendi kendini idare edememeyi beraberinde getirir, kendi zamanını verimli yönetemeyen bir bireyin bir ortaklık yapısını ve bir ekibi yönetmesi de mümkün olmayacaktır.

12 Ekim 2013 Cumartesi

KREDİ KARTI ŞAHSİ NAKİT AKIŞINI NASIL MAT ETTİ?


Dün bir haber gördüm, kredi kartlarının ve tüketici kredilerinin kullanımına yeni düzenlemelerin getirilmesi yönünde hamleler yapılıyormuş. Bu haberlere göz gezdirirken, 2012'nin Mayıs ayında yazdığım 2 yazıyı ve bu yazılardaki bazı bölümleri hatırladım, her iki yazı da e-ticaret konusunu merkeze almakla birlikte kredi kartlarının kullanımına ve 2013 içerisinde yaşanabilecek ekonomik gelişmelere değinilmişti, bu yazıya başlamadan önce yazıların linklerini ön bilgi olarak paylaşıyorum.

http://www.ardayanik.com/2012/05/e-ticarette-pasta-bu-kadar-buyuk-mu.html

http://www.ardayanik.com/2012/05/e-ticaret-2012-ikinci-yar-yl-trendleri.html



Aşağıdaki paragraf 9 Mayıs 2012 tarihinde bu blog kapsamında yayınlanan "E-ticaret'te Pasta Bu Kadar Büyük Mü?" başlıklı yazıdan alıntıdır;

Peki bizim ülkemiz neden özellikle e-ticaret alanında yabancı yatırımcıların ilgisini çekiyor? Veya bir diğer soru neden bizde pazar olduğundan daha geniş görünüyor, aslında nedenini bir süredir hepimiz gözden kaçırdık, bizde kredi kartı taksit seçenekleri, nihai tüketici için diğer ülkelerde eşine az rastlanır bir finansal araç sunuyor, tüketici talebini kısmak yerine, ödemelerini uzun vadeye yayarak tüketim alışkanlıklarını değiştirmiyor, bu da ekonomiyi canlı tutuyor, ve talep daralmasının diğer ülkelerde olduğundan daha düşük seviyelerde seyretmesine olanak tanıyor. Aslında oldukça başarılı bir mantık, fakat finansal bilgisi yeterli olmayan bir tüketici kesiminin ellerinde yüksek limitli kredi kartlarının olması ne kadar doğru, tartışmaya açık bir konu. 

Aşağıdaki paragraf 24 Mayıs 2012 tarihinde bu blog kapsamında yayınlanan "E-ticarette 2012 İkinci Yarı Yıl Trendleri" başlıklı yazıdan alıntıdır;


Depremler ve tsunami kaçınılmaz. Özellikle private shopping alanında kapanan girişimlere tanıklık edeceğiz, pazarda şişmiş olan oyuncu sayısı, önümüzdeki 6 ay içerisinde azalmaya başlayacak gibi görünüyor.

Sanırım internetin iyi yanlarından birisi de arkanızda bıraktığınız izlerin zaman içerisinde hem sizin hem de sosyal ağınız tarafından kullanılabiliyor olması, yani boş konuşan ve desteksiz atanlarla, destekli görüşler arasındaki farklar bloglar aleminde kolaylıkla ortaya çıkartılabilir.

Yukarıdaki paragraflardan ilkine yönelik düzenlemelerin yazı yayınlandıktan bir buçuk sene sonra artık gündeme geldiğini görüyoruz, ikinci paragrafa gelince, yaklaşık 3 aylık bir sapmayla, bu tahminlerinde tuttuğunu görmek mümkün, 2012'nin ikinci yarı yılına yönelik yapılan öngörüler, 2013'ün ilk çeyreğinde gerçekleşti, ve adını burada saymayacağım, onlarca e-ticaret firması kepenk kapatmak durumunda kaldı.

Şimdi gelelim bu yazının kapsamına, kredi kartları sayesinde şahsi nakit akışımızı nasıl unuttuğumuza bir göz gezdirelim.

Her birey geliri ne olursa olsun, kendi şahsi nakit akışından sorumludur, formül çok basittir, giderlerimiz gelirlerimizi aştığı anda şahsi bütçemiz açık verir, çevremizdeki ayartanların(burada bahsi geçen bireyler değil, metalardır) sayısı arttıkça, bütçemizin açık verme olasılığı da artar. İşte tam bu aşamada mucizevi bir formül devreye sokulur(!), kredi kartlarıyla uzun vadeli taksitlendirme, bütçemizin verdiği açık bu yolla kamufle edilir, talep ertelenmez.

Yıllar içerisinde aylık gelirimiz arttıkça, kredi kartı limitlerimiz de yükseltilir, yükselen limitler ve taksitlendirme alternatifleri, resmi nakit girişimizle sahip olamayacağımız bir çok metayı elde etmemizi sağlar, bu metaların hepsi de pasif varlıklardır, yani sahip olduğumuzda şahsi nakit akışımıza artı değil, eksi değer katan varlıklardır, aktif varlıklar ise sahip olunduklarında nakit akışımıza az yada çok artı değer katan varlıklardır. Kredi kartlarındaki uzun vadeli taksitlendirme seçenekleri, her geçen gün daha fazla miktarda pasif varlık edinmemiz için bizi teşvik ederler.

Şimdi gelelim bu günkü duruma, kredi kartlarında ve tüketici kredilerinde uzun vadeli taksitlendirmelere yapılacak düzenlemelerin kapsamını bilemiyoruz, asgari ödeme tutarlarının arttırılacağına dair de bilgiler dolanıyor, tüm bu aksiyonlar alınırsa, ekonomide kısa süreli daralma görülebilir, çünkü bu durumda bireysel taleplerin ertelenmesi gerekecektir, asgari ödeme tutarlarının yüzde kırklar seviyesine çekilmesi durumunda bir kaç ay boyunca acı çekeceğimiz de bir gerçek, fakat bir kaç aylık acı, uzun yıllar çekilecek olan acıdan iyidir.

8 Ekim 2013 Salı

Her Yer CEO Her Yer Co-Founder

Bu gün size bir öneride bulunacağım, içinde bulunduğunuz sosyal ağları, iş ağlarını, kariyer sitelerini gözden geçirin, arkadaşlarınızın, yakın çevrenizin ve onların çevresindekilerin ünvanlarına bakın, eminin bir çok CEO ve Co-Founder'a rastlayacaksınız, en azından listelerinizde onlarca müdür ve proje yöneticisi göreceksiniz.

Bunun neresi kötü diye düşünebilirsiniz, haklısınız da, tabi ki kötü bir tarafı yok, girişimcilik bir ülke ekonomisinin en önemli can damarıdır, ortada ne kadar çok CEO ve Co-Founder varsa girişimcilik altyapısı da o kadar gelişmiştir diye düşünebilirsiniz. Girişimciliğin teşvik edilmesi de çok doğru bir politikadır. Fakat eğer girişimciliğin ve buna bağlı olarak yatırımcılığın artı yönlerini gösterip, zorlukların üstünü örtersek, işi basite indirgemiş oluruz, bu durumda da altyapısı yetersiz binlerce ünvan sahibini, bu zorlu yolculuklarında ünvanlarıyla baş başa bırakırız.



Şimdi konuya farklı bir açıdan bakalım, "Baby Boomer" jenerasyonu ve "Generation Me" arasındaki uçurumu kısaca gözden geçirelim, böylece günümüzde neden her yer CEO her yer Co-Founder, çok daha iyi anlamış olacağız.

Baby Boomer jenerasyonu, yani 1946-1964 yılları arasında, büyük savaşların ardından dünyaya gelen neslin dünyaya bakış açıları ve beklentileri bizim dünyaya bakış açımız ve beklentilerimizden oldukça farklıydı. "Baby Boomer"lar dünya üzerindeki varlıklarını bizler kadar çok sorgulamadılar, onlar için ünvanlar bizim için olduğu kadar önem taşımıyordu, yaşama gelme amaçları netti, güvencesi olan bir işe sahip olmak ve bir aile kurmak. Yaşamdan beklentileri bu kadar basite indirgenmiş bir nesil, amaçlarına bizlerden daha kolay ulaşabiliyor, ve çok daha mutlu olabiliyordu, zaten yetiştirilme tarzları da buna müsaade ediyordu.

Zamanla "Baby Boomer"lar büyüdü, güvenceli işlerine ulaştılar, ve ailelerini kurdular, bu kez ebeveyn olma sırası onlardaydı, aile planlaması ve doğum kontrolü olanakları gelişmişti, kendi seçtikleri eşleriyle kurdukları mutlu birlikteliklerden, çocuklar dünyaya gelmeye başladı, kendi ebeveynlerinden görmedikleri ilgiliyi, çocuklarına fazlasıyla gösterdiler, her çocuk kendi ailesi içerisinde bir stardı, aralarındaki tek fark ise, 70li yıllarda doğanların starlık düzeyi 80li yıllarda doğanların starlık düzeyinden ve 80li yıllarda doğanların starlık düzeyi 90lı yıllarda doğanların starlık düzeyinden düşüktü, bu da teknolojinin ilerleme hızı göz önüne alındığında beklenen bir durumdu. Fakat ne olursa olsun hepimiz ben neslinin yani "Generation Me"nin birer parçasıydık. Toz pembe bir dünyanın hayalleriyle donatılmış, şişirilmiş egolarımızla birlikte, tek ve benzersizdik, her şeyi başarabilir, ne istersek olabilirdik.

Zaman bir kez daha hızla ilerledi, Ben neslinin mensupları da büyüdü ve hayata atıldı, kariyerlerini çizme, kendilerini gerçek hayatta ifade etme vakti gelmişti. Dünün starları, farklı üniversitelerde farklı disiplinlerde eğitimler aldılar, bir çoğu tek bir üniversiteyle de yetinmedi ve yüksek lisansla eğitim hayatlarını taçlandırdılar. İş hayatında yer almaya hazırdılar.

Generation Me mensupları, Baby Boomer'lardan ve diğer ara nesillerden farklı olarak itaat etmeye müsait değildiler, bu durum kesinlikle Generation Me mensuplarının kabahati değildi, yetiştirilme tarzının, genel konjonktürün doğal bir sonucuydu, böyle bir neslin ünvan ve mevki bağımlılığının olması da kaçınılmazdı.

Oysa iş hayatı doğası gereği, sabretmeyi gerektiren bir yapıda dizayn edilmişti. Kapitalist düzende basamakları birden bire tırmanmak ve zirveye ulaşmak ancak milyonda bir gerçekleşecek bir olasılıktı, öncelikle en alt katmanlardan başlamak ve toz yutmak gerekiyordu, yani gerektiği ölçüde ara eleman olunmalı ve yapılan iş her neyse en ince detayına kadar öğrenilmeliydi.

Fakat ben neslinin mensupları ara eleman olmayı, üreten olmayı, bilfiil çalışmayı red etmeye programlıydılar, kimse yönetilmek istemiyordu. Tabi ki bir çoğu para kazanmak amacıyla ara eleman olmak zorundaydı, bu konumda olanlarsa aslında kendilerinin hakkı olan üst mevkilerde yer alamamanın verdiği karamsar bir ruh hali içerisine girebiliyordu. Bu yüzden işletmelerde yeni yeni ünvanlar ve mevkiler oluşturulmaya başlandı, maddi olarak tatmin edilemeyen bir çok çalışan, bazı hayali mevkilerle tatmin ediliyordu.

Şimdi yazının en başına dönersek, ve tüm anlatılanları özetlersek, etrafınızda bu kadar fazla CEO ve Co-Founder bulunmasının nedeni, ben nesli olarak özgürlüklerimize ve kendi benliğimize olan düşkünlüğümüzdür.

Çarkın bir parçası olmayı, her önümüze konanı sorgusuz sualsiz kabul etmeyi ben de desteklemiyorum, insanın ideallerinin olması, ekonomiye katkı sağlaması, istihdam yaratması da saygı duyulası bir tutum. Eğer girişimcilik olmasaydı ve herkes güvenceli işlerin peşinde koşsaydı, orta ve küçük ölçekli işletmelerin var olma şansı kalmazdı. Yine de, bu ve benzeri yazıları gözden kaçırmaz ve dikkate alırsak, yeteneklerimizi doğru bir şekilde gözden geçirir, egolarımızı tespit eder ve törpülemeye gayret edersek, uzun vadede yaşayabileceğimiz zorlukların üstesinden gelme şansımız artacaktır.