Ben sıradan bir adamım, bir süredir bildiğim konu hakkında bir blog yazıyorum, birilerine faydası oluyorsa, bu beni mutlu eder, aşırı takipçim yok, olup olmaması da aslına bakarsanız umurumda değil. Bir kaç kişiye de olsa faydam oluyorsa, adam öğrenmiş, öğreniyor ve aktarıyor diyen bir kaç kişi bile varsa, bu bana yeter.
Şimdi sınırlı sayıdaki kendi sosyal ağıma, mevcut durum hakkında kısa bir yazıyla ses vermek istiyorum, ilk defa blog içerisinde alanımın dışına çıkacağım, çünkü hiç ses vermezsem kendimi ilerde suçlu hissedeceğimi biliyorum.
Ben olaylara biraz farklı yaklaşacağım, net tanımlamalar da yapmayacağım, biz siz onlar, ötekiler ve berikiler gibi. Genel olarak hepimiz olarak bakacağım.
Biraz daha ilerlemeden önce, demokratik hak ve özgürlük arayışlarının arkasında olduğumu söylemek istiyorum, çünkü muhtemelen benim taraf tutmaz görüntüm, çarmıha gerilmeye çok müsait olacaktır. Nedenine gelince, en başta çuvaldızı kendime, sonra kendim gibilere batıracağım. Hani unuttuğumuz, bir köşeye fırlatıp attığımız, bir türlü de saklı köşesinden çıkartmadığımız o çuvaldız var ya, işte o çuvaldızı saklı olduğu yerden kısa bir süreliğine çıkartacağım. Siz bu yazıyı okuyorsanız, biraz kafa yoracağız demektir, pek sevilen bir konu değildir, kafa yormak, hem de bunca güzel şey varken, ve bu güzel şeylerin elimizden gideceği endişesi taşırken.
Sanırım bu kadar giriş yeter, şimdi girizgaha gelelim, önce başlığa dönelim, rahatsızlığı tanımlayalım, kabul etmemiz gerekir ki, bizim yaşadığımız dönem, anne ve babalarımızın yaşadıkları dönemden çok daha ileride, hayatımızı kolaylaştıran teknolojik çözümler dört bir yanımızda, dünyanın her bölgesine, hem fiziki hem de sanal erişimimiz üst düzeyde, sosyal aktiviteler çok daha çeşitli ve erişime açık, yeme içme kültürümüz eminim hiç bir zaman bu kadar gelişmiş değildi, oturduğumuz yerden tek bir tıklamayla ulaşabileceğimiz mutfakların sınırı yok. Bunlar benim ilk aklıma gelenlerdi, ayrıca yaş itibariyle, şu an yirmili ve otuzlu yaşlarındaki kitle olarak, biz hayatımız boyunca, büyük bir savaşı, yıkımı, kıtlığı, darbeyi, büyük ölçekli sokak çatışmalarını da bilfiil yaşamadık.
Tüm bu güzellikler bizlere altın tepside sunuldu, hiç birimiz bu güzellikler için çok büyük çaba sarf etmedik. Bunlar zaten bizim hakkımızdı, daha farklısını görmedik ve düşünmedik. Bize böyle öğretildi. Tabi ki bu durum bizim hatamız değil, dünyadaki süreç böyle gelişti, ve gelişmeye devam edecek. İnsanoğlunun tüm zamanlar içerisindeki en rahat olduğu dönemde yaşadığımız gerçeğini göz ardı edemeyiz. İnsanoğlu olarak özümüzde bir rahatsızlanma hali her zaman vardır, ve var olmaya devam edecektir, ne kadar fazla rahata erişirsek, daha fazlasını isteyeceğiz, bunun sonucunda tepkilerimiz, özgürlük tanımlarımız, özgürlükle ilgili sınırlarımız, yaşama bakışımız da sürekli olarak evrim geçirecek. Rahatsızlığımızı sık sık dışarı yansıtacağız, ve birbirimizin işini zorlaştıracağız.
Bu kadar laf salatasını neden yaptığımı, ve mevcut durumla nasıl bağdaştırmayı amaçladığımı soruyorsanız, giriş ve girizgahı tamamlayarak, sonuca doğru yönelme zamanı gelmiş demektir. Tüm sorulara yanıtı bir kaç paragrafla bulamayız elbet, fakat biraz çabalamak ve beynimizi zorlamak bize iyi gelebilir.
Öncelikle tüm toplumların iki uç nokta besini olduğunu görmek gerekir, birisi huzur arayışı, diğeri ise kaos ihtiyacıdır, medeniyet düzeylerini geliştirmiş, demokrasilerini de derleyip toparlayarak rayına oturtmuş toplumlarda, huzurdan söz etmek mümkündür, bizim gibi zıt kutupların, farklı görüşlerin, farklı inançların bir arada olduğu toplumlar ise, kaos ile beslenirler, kaos bizim ana besin maddemizdir, bir yol bulur ve kendimizi kaosun içerisine çekmeyi başarırız. Taraflar arasında empati kurma yeteneği de yine demokrasiyi düzgün zemine oturtmuş, medeniyet düzeyi gelişmiş toplumların huzuruna hizmet eden çok önemli bir olgudur. Ve maalesef bizim gibi toplumlarda henüz tam olarak empati yeteneğinin geliştiğini söylemek mümkün değildir. Bu toplumun bir parçasıyım ve tüm bu yazdıklarıma kendimi de katıyorum, kendimi dışında bıraktığım sanılmasın, sadece artık otuzlarının ortasına gelmiş bir birey olarak, ben durumu böyle görüyorum ve son zamanlarda empati yeteneğimi geliştirmeye çabalıyorum.
2011 Ağustos ayındaki Londra olayları, ve 2007 Madrid olayları incelemeye değer, bizim vakamızla özellikle sosyal medyanın yarattığı ağ etkisi nedeniyle benzerlikleri var, bize göre nispeten daha demokratik olan toplumlarda sürecin nasıl yönetildiğini bu iki vakayı referans göstererek incelemek bizim yolumuza da ışık tutabilir.
Sosyal medyanın gelişmesi, mobil cihazlar ve teknolojinin gelmiş olduğu nokta haberlerin yayılma mekanizmasını, haber akışını değiştiriyor, artık her birey başlı başına bir yayıncı, içerik geliştirici, hiç birimiz sadece haber alan değiliz, aynı zamanda haberdar edeniz, bu da her birimizin omzuna ekstra sorumluluk yüklenmesi demektir.
O yüzden dünya üzerindeki tüm coğrafyalar içerisinde en iyilerinden birinde yaşadığımızı unutmadan, taraf olmaktan vazgeçmeyerek fakat bir yandan da haberciliğin omuzlarımıza yüklediği tarafsızlık ilkesine bağlı kalarak, kendimizi ve çevremizi geliştirmeye bakalım. Gelişme ve geliştirme çabası içinde olmazsak, işte asıl o zaman, sıradan, ben merkezcil, günü kurtaran bir toplumun sıradan bireyleri oluruz.
Bu kadar laf salatasını neden yaptığımı, ve mevcut durumla nasıl bağdaştırmayı amaçladığımı soruyorsanız, giriş ve girizgahı tamamlayarak, sonuca doğru yönelme zamanı gelmiş demektir. Tüm sorulara yanıtı bir kaç paragrafla bulamayız elbet, fakat biraz çabalamak ve beynimizi zorlamak bize iyi gelebilir.
Öncelikle tüm toplumların iki uç nokta besini olduğunu görmek gerekir, birisi huzur arayışı, diğeri ise kaos ihtiyacıdır, medeniyet düzeylerini geliştirmiş, demokrasilerini de derleyip toparlayarak rayına oturtmuş toplumlarda, huzurdan söz etmek mümkündür, bizim gibi zıt kutupların, farklı görüşlerin, farklı inançların bir arada olduğu toplumlar ise, kaos ile beslenirler, kaos bizim ana besin maddemizdir, bir yol bulur ve kendimizi kaosun içerisine çekmeyi başarırız. Taraflar arasında empati kurma yeteneği de yine demokrasiyi düzgün zemine oturtmuş, medeniyet düzeyi gelişmiş toplumların huzuruna hizmet eden çok önemli bir olgudur. Ve maalesef bizim gibi toplumlarda henüz tam olarak empati yeteneğinin geliştiğini söylemek mümkün değildir. Bu toplumun bir parçasıyım ve tüm bu yazdıklarıma kendimi de katıyorum, kendimi dışında bıraktığım sanılmasın, sadece artık otuzlarının ortasına gelmiş bir birey olarak, ben durumu böyle görüyorum ve son zamanlarda empati yeteneğimi geliştirmeye çabalıyorum.
2011 Ağustos ayındaki Londra olayları, ve 2007 Madrid olayları incelemeye değer, bizim vakamızla özellikle sosyal medyanın yarattığı ağ etkisi nedeniyle benzerlikleri var, bize göre nispeten daha demokratik olan toplumlarda sürecin nasıl yönetildiğini bu iki vakayı referans göstererek incelemek bizim yolumuza da ışık tutabilir.
Sosyal medyanın gelişmesi, mobil cihazlar ve teknolojinin gelmiş olduğu nokta haberlerin yayılma mekanizmasını, haber akışını değiştiriyor, artık her birey başlı başına bir yayıncı, içerik geliştirici, hiç birimiz sadece haber alan değiliz, aynı zamanda haberdar edeniz, bu da her birimizin omzuna ekstra sorumluluk yüklenmesi demektir.
O yüzden dünya üzerindeki tüm coğrafyalar içerisinde en iyilerinden birinde yaşadığımızı unutmadan, taraf olmaktan vazgeçmeyerek fakat bir yandan da haberciliğin omuzlarımıza yüklediği tarafsızlık ilkesine bağlı kalarak, kendimizi ve çevremizi geliştirmeye bakalım. Gelişme ve geliştirme çabası içinde olmazsak, işte asıl o zaman, sıradan, ben merkezcil, günü kurtaran bir toplumun sıradan bireyleri oluruz.