İşiniz pazarlama, sosyal medya ve ağ ekonomisini kapsıyorsa, bu durumda sevseniz de sevmeseniz de farklı jenerasyonlar ve yaş grupları arasındaki farkları incelemeniz, kendi imkanlarınız ölçüsünde araştırmanız ve gözlem yapmanız, jenerasyonlar arasındaki farklılıkları aktaran araştırmalardan faydalanmanız gerekmektedir.
Bir çoğumuz (bu gruba ben de dahilim) X Jenerasyonu, Y Jenerasyonu, Generation Why gibi tanımlamalardan hoşlanmayız, bu şekilde kategorize edilmek bizi memnun etmez. Fakat doğru bir şekilde yapılmış gruplandırma çalışmalarına, pazarlamanın her alanında ve özellikle sosyal medya alanında başarılı projeler geliştirmek için ihtiyaç duyduğumuz gerçeğini de göz ardı edemeyiz.
Bu gerçeğin ışığında, geliştirmekte olduğumuz projelerin başarısı adına, son 6 ayda mesaimin ciddi bir bölümünü farklı yaş gruplarının istek ve beklentilerini, bu beklentilerin nasıl şekillendiğini araştırmaya aktardım. Yazı kapsamında da bu alandaki gözlemlerin sonuçlarını ve bir sonraki jenerasyon için tespit ve tanımlama önerilerini derlemeye çalışacağım.
İlk olarak kısaca değinmek istediğim jenerasyon "baby boomers" veya "bebek patlaması kuşağıdır". Büyük savaşların ardından 1946-1964 döneminde dünyaya gelen bu jenerasyon, bir önceki nesille kıyaslandığında oldukça sağlıklı, eğitim olanaklarına ve iş güvencesine sahip bir nesildi, önceki bir yazının kapsamında değinmiş olduğum gibi, bu neslin yetiştirilme tarzı da, ebeveynlerinin geçirmiş olduğu zor dönemler göz önüne alındığında, iyi eğitim al ve güvenceli bir işe sahip ol, beklentilerini düşük tut eksenindeydi.
Baby Boomers jenerasyonunun ardından gelenlerse, bir çok kaynakta X jenerasyonu olarak adlandırılmaktadır, 1960'lı yıllardan başlayarak 1970'lerin sonuna kadar uzanan sürede dünyaya gelen bu jenerasyonun karakteristik özelliklerine gelince, bireysel özgürlüklerine düşkün ve insan haklarına önem veren bir nesil oldukları belirtilmektedir. Ebeveynlerine kıyasla girişimcilik ruhu gelişmiş olan bu nesil, aynı zamanda karakteristik özellikleri nedeniyle, pazarlamacıların tüketici odaklı alternatif pazarlama metotları geliştirmelerine ön ayak olmuşlardır.
1980'lerin başı ile 2000'lerin başına kadar olan sürede dünyaya gelenler ise, Y jenerasyonu veya Millennials (Milenyum Çocukları) olarak adlandırılmaktadır. Kendi kişisel zamanlarına ve buna bağlı olarak yaşam kalitelerini arttıracak her türlü aktiviteye önceki jenerasyonlara oranla daha fazla değer veren bu nesil pazarlamacıların bir kez daha toplantı odalarına kapanmalarına ve yeni pazarlama yaklaşımları üzerinde çalışmalarına neden olmuştur. Çok basit bir örnekle açıklamak gerekirse, bundan bir kaç yıl önce hayatımızın değişmez bir parçası haline gelen fırsat sitelerinin, farklı yapıdaki benzerlerinin 1990'ların sonunda ve 2000'lerin başında da denenmiş olması fakat başarısızlığa uğramaları, 2010'lara gelinirken Groupon ve türevlerinin büyük başarı kazanmaları, Milenyum çocuklarının yaşam deneyimleri satın alma ve toplu hareket ederek sosyalleşme ihtiyacının doğru zamanda tespit edilmesi ve giderilmesiyle mümkün olmuştur.
Bu basit örnek doğru pazarlama yaklaşımları ve doğru projelerin geliştirilmesinde, jenerasyonlar arasındaki farkların tespit edilmesinin ne kadar önemli olduğunu bizlere göstermektedir.
Bir kaç paragraf ve kısa özetler ile 2000'lere kadar uzandığımıza göre, artık yazının ana konusu olan ve 2000'lerin başından itibaren dünyaya gelmekte olan nesle göz atmaya başlayabiliriz. Tahmin edebileceğiniz gibi sırada X ve Y jenerasyonlarının çocukları var.
Bir kısım kaynak Millennial Generation'ı takip eden nesli Generation Z olarak tanımlamakla birlikte, bir sosyolog veya toplum bilimci olmamama rağmen, dıştan bakan bir göz olarak, sıradaki jenerasyon için daha doğru bir tanımlamanın Star Generation veya Generation S olabileceğini söylemek isterim.
Maalesef bu tanımlamayı destekleyebilecek bilimsel verilere de sahip değilim, fakat yazının devamındaki ayrıntıları incelerseniz, Dijital Jenerasyon, Z Jenerasyonu ve benzeri tanımlamalara ek olarak özellikle mobil teknolojiler döneminde dünyaya gelen nesli Star Jenerasyonu olarak tanımlamanın mümkün olabileceğini görebilirsiniz.
Hepinizin bildiği üzere, 2005 ve sonrasında mobil teknolojiler ışık hızıyla gelişme göstermeye başlamış ve bugünkü formuna ulaşmıştır, 2000'lerin başında konuşma ve sms üzerine kurulu olan cep telefonu ensdüstrisi, akıllı telefonların sahneye çıkışıyla birlikte format değiştirmiş, ve mobil teknolojiler hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.
X ve Y jenerasyonları bu teknolojilerin oluşması sürecini an be an takip ederken, Star Jenerasyonu ise internet ve mobil teknolojileri su ve hava gibi yaşamlarının devamlılığı için bir gereklilik olarak algılamıştır. X ve Y jenerasyonları bahsi geçen teknolojilerin fayda ve zararları üzerinde kafa patlatırken, bu teknolojileri en doğru şekilde hem sosyal yaşantılarında hem de ekonomik düzen içerisinde doğru şekilde kullanmaya çabalarken, Star Jenerasyonu için internet ve mobil cihazlar uzuvlarından farksızdır, doğduklarından itibaren hayatlarında olan bu değerleri sorgulama ihtiyacı duymaları beklenemez, bizlerin Neden su içtiğimizi. Neden soluk aldığımızı sorgulamadığımız gibi.
Peki özellikle mobil teknolojilerle birlikte doğmuş olmak onlara neler kazandırmıştır? Öncelikle sınıf farkı olmaksızın, hangi gelir düzeyinde ve hangi sosyo ekonomik statüde olurlarsa olsunlar, tüm yeni doğanların ebeveynleri, ileri düzey kameralı bir akıllı telefona, bir facebook veya twitter hesabına, farklı sosyal ağlara erişime sahiptir, bu durum da Star Jenerasyonunun kameralar önünde doğmasına sebep olmuştur.
Biraz kendi çocukluğumuza dönelim, belki ailelerimizin fotoğraf makineları ve video kameraları vardı, çocuklarının resimlerini çekmeye ve çevrelerine göstermeye de oldukça meraklıydılar, fakat hiçbirinde akıllı bir cihaz ve sosyal medya erişimi bulunmuyordu. Yani hiç birimizin Star Jenerasyonu kadar fazla resmimiz, video kaydımız, ve bu kayıtlarımızın sergilenebileceği internet ağları mevcut değildi. Fakat 2000'lerde ve özellikle 2005 ve üstü tarihlerde doğanlarda durum çok farklı, bu jenerasyonun bireyleri ister istemez star ışığına sahipler, ve bu ışık günler geçtikçe, sosyal medya oluşumları güçlendikçe, mobil teknolojiler tabana yayılmaya devam ettikçe çok daha parlak bir hal alacaktır.
Bu kısa girişten sonra, biraz fütüristik yaklaşımlar sergilemenin ve starlarla dolu bir dünyanın geleceğiyle ilgili bazı varsayımlarda bulunmanın zamanıdır. Starların iki uç nokta karakter sergilediklerini hepimiz görmüşüzdür, ışıkların önünde olmak starları kimi zaman sıra dışı isteklere ve şaşalı yaşantılara sürüklerken, starların ciddi bir bölümünün naif bir tarafları olduğunu, yardım severliklerini, kendilerine sunulmuş olan ışığı iyi yönde kullanma çabalarına da sıkça rastlarız. Star Jenerasyonunun üyelerinin çoğu ister istemez şaşalı yaşantılara sahip olamayacaklardır, bu durum onları umutsuzluğa sürükleyebileceği gibi, benim şahsi görüşüm, starlığın naif ve yardımsever tarafını alacakları yönündedir. Ayrıca zaten hakim oldukları teknolojik altyapıları, bizlerden çok daha doğru şekillerde kullanarak, salt para kazanma amacı gütmeyen faydalı girişimlere imza atacaklarına inancım tam.
Baby Boomers tarafından yetiştirilen X ve Y jenerasyonları, çağın gerektirdiği şekilde, altın ve gümüş gibi maddelere bağlılıklarını sergilerken, dijital çocuklar olan star jenerasyonunun bu ve benzeri maddelere ekonomik anlamda bağımlılıklarının daha az olması ve yeni sanal metalar yaratma çabaları da şu aşamada bilim kurgu gibi gelebilir, fakat 2000'lerde doğan jenerasyonun ekonomiye üretici ve tüketici olarak katılacağı 10-15 yıl sonraki dönemde, adının ne olacağını şimdiden kestiremeyeceğimiz sanal para birimlerinin, dijital ekonomik parametrelerin, değerli taşlar ve madenlerle yarışacak düzeye gelebileceğini de ön görebiliriz.
Bir süredir basında duymakta olduğumuz bitcoin gibi bir sanal para biriminin reel bir kullanım düzeyine erişmesi için henüz çok erken olduğunu söylememiz gerekiyor, bir önceki paragrafta belirttiğim gibi, bu tarz olguların resmiyet kazanması için öncelikle star jenerasyonu bireylerinin ekonomiye katılması, ve ekonominin üst düzey konumlarına yükselmiş olmaları gerekmekte, ekonomi içinde karar verici konumuna yükselme süreçleri de düşünülürse 20 yıl ve üzerinde bir zamana daha ihtiyaç duyulduğunu bize gösteriyor.
Star jenerasyonu tanımlamasını bu yazıda kısaca yaptığımıza göre, ilerleyen dönemlerde pazarlamanın değişmez bir parçası olacak bu yeni jenerasyonun ihtiyaç ve beklentileri üzerine hep birlikte kafa yormaya başlayabiliriz.
23 Aralık 2013 Pazartesi
NE X NE Y JENERASYONU SAHNEDE STAR JENERASYONU
Etiketler:
ben nesli,
generation me,
generation s,
generation why,
generation x,
generation y,
s jenerasyonu,
s kuşağı,
star generation,
star jenerasyonu,
x jenerasyonu,
x kuşağı,
y jenerasyonu,
y kuşağı,
z kuşağı
6 Kasım 2013 Çarşamba
ARE YOU READY FOR SOCIAL MEDIA 3.0?
We are all wondering about next versions of social media and social networking. Web is becoming more crowded place day by day. Millions of web and mobile applications and an incredible market with billions of dollars. But what will be the next? Unfortunately there is not an exact answer to this question. Maybe good fortune tellers can give some predictions, until a genuis fortune teller found the exact answer. Here are some predictions from an industry expert.
First of all we need to focus on signs and past experiences. In other words we need to focus on web 2.0 and the tools which came with web 2.0. Before web 2.0 internet was a place of simply 2 user types, one of them is the creator and the other one is the audience.
Creator was an indivudual or group of person with adequate technical information about designing and publishing some web content. Audience was a group of person with some interest to creator's content. I know it seems a simple definition, but this is the reality, at the beginning and during first versions of the web, there wasn't complex schemas or definitions.
During years, technological progress started to change the logic and infrastructure of the web. Internet connection speeds were improving day by day, ordinary users were owning advanced computers and mobile devices. A new version of the web became a must, which is called web 2.0.
After web 2.0 Creators and Audiances were merged. In other words, each user of the web 2.0 was not only an audiance they were also become creators. All social media tools, and all projects were designed for this purpose, they were all offering some tools and web 2.0 users can create content with these tools. Last generation of blogging, facebook, twitter and others. Billions of creators make the web a place with unlimited data.
A place of infinite data needs some other tools to collect&organize&share them.
Think about your home, at the beginning you are alone, and you need only one or two closets, once you married, you will need more space, but space is not enough, you also need new closets to organize your stuff, when you have childeren, once again space will not enough neither your closets. Exactly same as the web's latest situation.
Finally we are in a new phase of web and social media, so far, we can call this one social media 3.0. It is time to think about organizing and sharing content. Not creating content, or giving some tools to people to create new content. Here is a simple advise, be relax and stop thinking about Next Big Thing, check the samples below, and start to think about "how you can help the people to organize the infinite content of the web 2.0?"
All of the below samples are not content creation tools, they are offering some tools to help content creators and their audiences to organize web 2.0 data, and make the web more reliable place. They also include different user friendly suggestion tools instead of ugly banner adds.
A tool for collecting and organizing visual stuff which you find on the web.
A tool to find interesting visual stuff, collect and buy them from one place.
A tool to find audio content by a bookmarklet, organize and share the content you find.
A tool for finding, organizing and sharing audiovisuals you loved.
As you can see from above samples they all have same purpose, which is explained within this article.
I did not give detailed explanations about these samples, but you can click on the above links and explore their main ideas yourself, do not hesitate to add any comments to the article.
I hope the article gives some directions to digital marketing and social media people.
First of all we need to focus on signs and past experiences. In other words we need to focus on web 2.0 and the tools which came with web 2.0. Before web 2.0 internet was a place of simply 2 user types, one of them is the creator and the other one is the audience.
Creator was an indivudual or group of person with adequate technical information about designing and publishing some web content. Audience was a group of person with some interest to creator's content. I know it seems a simple definition, but this is the reality, at the beginning and during first versions of the web, there wasn't complex schemas or definitions.
During years, technological progress started to change the logic and infrastructure of the web. Internet connection speeds were improving day by day, ordinary users were owning advanced computers and mobile devices. A new version of the web became a must, which is called web 2.0.
After web 2.0 Creators and Audiances were merged. In other words, each user of the web 2.0 was not only an audiance they were also become creators. All social media tools, and all projects were designed for this purpose, they were all offering some tools and web 2.0 users can create content with these tools. Last generation of blogging, facebook, twitter and others. Billions of creators make the web a place with unlimited data.
A place of infinite data needs some other tools to collect&organize&share them.
Think about your home, at the beginning you are alone, and you need only one or two closets, once you married, you will need more space, but space is not enough, you also need new closets to organize your stuff, when you have childeren, once again space will not enough neither your closets. Exactly same as the web's latest situation.
Finally we are in a new phase of web and social media, so far, we can call this one social media 3.0. It is time to think about organizing and sharing content. Not creating content, or giving some tools to people to create new content. Here is a simple advise, be relax and stop thinking about Next Big Thing, check the samples below, and start to think about "how you can help the people to organize the infinite content of the web 2.0?"
All of the below samples are not content creation tools, they are offering some tools to help content creators and their audiences to organize web 2.0 data, and make the web more reliable place. They also include different user friendly suggestion tools instead of ugly banner adds.
A tool for collecting and organizing visual stuff which you find on the web.
A tool to find interesting visual stuff, collect and buy them from one place.
A tool to find audio content by a bookmarklet, organize and share the content you find.
A tool for finding, organizing and sharing audiovisuals you loved.
As you can see from above samples they all have same purpose, which is explained within this article.
I did not give detailed explanations about these samples, but you can click on the above links and explore their main ideas yourself, do not hesitate to add any comments to the article.
I hope the article gives some directions to digital marketing and social media people.
28 Ekim 2013 Pazartesi
GİRİŞİMCİNİN 7 ÖLÜMCÜL GÜNAHI
Eminim bir çoğunuz 1995 yapımı "Seven" filminini izlemişsinizdir, en azından bir yerlerde gözünüze ilişmiştir, ve konuya hakimsinizdir, filmde Brad Pitt, Morgan Freeman ve Kevin Spacey başrollerdedir, 7 ölümcül günahın çevresinde gelişen bir polisiyedir. Halen izlemeyenler vardır diye filmin konusuna çok fazla değinmeyerek, günahlar tarlasında gezinen biz girişimcilerin bu 7 ölümcül günahtan nasıl ve ne şekilde etkilendiğimizi örneklerle aktarayım.
1. GÜNAH - Kibir, Kendini beğenmişlik
Girişimcilerin sıklıkla karşılaştıkları, ve kısa süre içerisinde kendilerini kaptırdıkları bir günahtır. Bir girişimcinin çevresi, belli bütçelerin yönetimine eriştiğinde, kısa sürede egosunu şişirecek kişiler tarafından sarılır. Bu kişilerin ve size verecekleri suni mutluluk hissinin ardından içine çekileceğiniz günah kibirdir. Kendini beğenmişlik dehlizine bir kez girdiğinizde, elinizdeki bütçelerin hızla eriyeceğini, ve egonuza hizmet edenlerin de zamanla çevrenizden çekilmeye başlayacaklarını göreceksiniz. İşin sonundaysa egonuzla baş başa kalma ihtimaliniz yüksektir.
2. GÜNAH - Açgözlülük
Girişimcileri zor durumlara sokan bir diğer günah ise açgözlülüktür. Önünüzde sınırlı imkanlarla ve sınırlı kadrolarla çalışmanızı gerektirecek uzunca bir dönem olacaktır, bu dönem içerisinde ekibinizin ve iş ortaklarınızın sizden uzaklaşmalarını sağlayacak günah artık karşınızdadır. Ön saflarda savaşmanızın beklendiği zamanlarda, açgözlülükle kaynakları kullanmaya başlarsanız, kısa süre içerisinde göze çarparak yalnızlaşırsınız, bu nedenle, dikkati elden bırakmayın, kaynaklarınızı savurmayın, kendinize mutlaka yeterli miktarda parayı ayırın, fakat eğer elinizdeki işe gerçekten güveniyorsanız, asla açgözlü davranmayın.
3. GÜNAH - Şehvet Düşkünlüğü
Şehvet her zaman ve her yerde pusuya yatarak bizleri bekleyen bir günahtır. Daha önceki yazılarımda da yer verdiğim gibi, yeni ekonomik yapı, orta sınıfın güçlenmesi, teknolojinin gelişmesi ve insanoğluna sunulan imkanların artması, şehvete olan düşkünlüğümüzü de arttırmıştır. Eğer bir girişim gerçekleştirmeyi düşünüyorsanız, maddi ve manevi olarak buna hazır olmanız gerekmektedir. Burada şehvetten kastedilenin sadece cinsel çağrışımlar olmadığını, şehvet günahı kapsamına sokulabilecek binlerce durum ve olayın olduğunu da hatırlatmak isterim. En azından belli bir süre için, bir çok şahsi zevkinizden feragat etmeye hazır olun, çünkü şehvet düşkünlüğünüz aynı açgözlülük günahında olduğu gibi kısa sürede fark edilir, özünde çok da iyi olmayan iş dünyası içerisinde bir kez şehvet günahına yakalanan girişimci göz açıp kapayana kadar etrafındakileri kendinden soğutacak ve uzaklaştıracaktır.
4.GÜNAH - Kıskançlık, Hasetlik
Ne tür bir girişim içerisinde olursanız olun, öncelikle ortaklarınız, daha sonra da içeride ve dışarıda farklı ekip kurgularıyla muhatap olmanız gerektiğini aklınızdan çıkarmayın. Bu kadar farklı yapıdaki insan topluluklarıyla bir arada olma ve paylaşımda bulunma zorunluluğunuz, kıskançlık günahını beraberinde getirecektir. Girişimcilik yolculuğunda, hasetle er ya da geç tanışırsınız, bu tanışıklığı ne kadar erken yaşarsanız, ve kıskançlığınızı ne kadar erken boğmayı başarırsanız, kendinize büyük bir iyilik yapmış olursunuz. Bu günah sadece girişimcileri sarmaz, aynı zamanda iş ve sosyal yaşantımızın farklı alanlarında da karşımıza çıkacak olan, yok etmemiz gereken bir günahtır.
5. GÜNAH - Oburluk
İlk bakışta oburluğun da girişimcileri saran bir günah olduğunu tasavvur etmenizin ve bana hak vermenizin ne kadar zor olduğunu biliyorum. Fakat gerçek hayatta oburluk da, girişimcinin karşısında dikilen önemli bir günahtır, açgözlülüğe benzemekle birlikte, daha bireysel bir günah olarak ayrılır. Eğer girişiminize başlamanızda birincil amacınız hızlı bir şekilde para yapmak ve işinizi satıp kazandığınız paralarla zevk ve sefa içerisinde bir ömür geçirmekse, siz girişimcinin oburluk günahına çoktan davet edilmişsiniz demektir, ivedilikle girişiminizde en az bir tane para dışı amaç tanımlamalı, ve müşterileriniz için nasıl değer yaratacağınızı belirlemeye başlamalısınız, çünkü siz bir defa girişiminiz ile değer yaratmayı başarır, ve yarattığınız bu değer ile iç dünyanızda mutlu olmayı öğrenirseniz, hiç beklemediğiniz anda paranın sizi bulduğunu, ve peşinizi bırakmadığını göreceksiniz.
6. GÜNAH - Öfke, Yıkıcılık, Gazap Etmek
Öfkenin içine sürüklenmeyeceğiniz, yıkıcılığı ve gazap etmeyi görmeyeceğiniz bir girişim türü henüz icat edilmedi, bu durumda siz de ister istemez öfke günahına zaman zaman çekileceksiniz, sizi bu günahın kıskacından kurtarabilecek tek yol ise empati yeteneğinizi geliştirmek olacaktır, karşınızdakileri anlama çabasını gösterin, fakat onlardan karşı çabayı göremiyorsanız, bu kişilerden uzaklaşın, çünkü sizin kurduğunuz empatiyi kötü amaçla kullanacak ve sizden çıkar sağlayacaklardır. Öfkelendiğiniz zamanlarda, öfkenizi yıkıcı bir şekilde kullanmak yerine hedeflerinize doğru giden yolda sizi kamçılamasını sağlarsanız, bu günahı alt etmiş olursunuz, böylece günah sizi kullanamayacak, aksine siz öfke günahını kendi hesabınıza çalıştırmış olacaksınız.
7. GÜNAH - Tembellik, miskinlik
Girişimciyi saran en önemli günahı en sona bıraktım, son olarak tembellik ve miskinliğin bizleri nasıl sarabileceğine bakalım. Öncelikle girişimci olarak, işinizle ilgili en büyük ve en önemli sorumlulukların size ait olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Bir başkası, üçüncü bir şahıs işinizi sizden daha fazla düşünmeyecektir, siz düşündüklerini zannetseniz bile. Bu durumda da sizin herkesten daha fazla işinize konsantre olmanız ve algılarınızın sürekli açık tutmanız gerekecektir, bir kere kendi işinizin rahatlığına kendinizi kaptırarak tembellik günahına girerseniz, çevrenizdekiler bu zaafınızdan faydalanacaklardır. Bu yüzden eğer üzerinizde miskinlik ve bir güçsüzlük hissediyorsanız, maaşlı ve düzenli bir işte çalışmayı girişimciliğe tercih etmeniz daha doğru olacaktır. Çünkü miskinlik kendi kendini idare edememeyi beraberinde getirir, kendi zamanını verimli yönetemeyen bir bireyin bir ortaklık yapısını ve bir ekibi yönetmesi de mümkün olmayacaktır.
12 Ekim 2013 Cumartesi
KREDİ KARTI ŞAHSİ NAKİT AKIŞINI NASIL MAT ETTİ?
Dün bir haber gördüm, kredi kartlarının ve tüketici kredilerinin kullanımına yeni düzenlemelerin getirilmesi yönünde hamleler yapılıyormuş. Bu haberlere göz gezdirirken, 2012'nin Mayıs ayında yazdığım 2 yazıyı ve bu yazılardaki bazı bölümleri hatırladım, her iki yazı da e-ticaret konusunu merkeze almakla birlikte kredi kartlarının kullanımına ve 2013 içerisinde yaşanabilecek ekonomik gelişmelere değinilmişti, bu yazıya başlamadan önce yazıların linklerini ön bilgi olarak paylaşıyorum.
http://www.ardayanik.com/2012/05/e-ticarette-pasta-bu-kadar-buyuk-mu.html
http://www.ardayanik.com/2012/05/e-ticaret-2012-ikinci-yar-yl-trendleri.html
Aşağıdaki paragraf 9 Mayıs 2012 tarihinde bu blog kapsamında yayınlanan "E-ticaret'te Pasta Bu Kadar Büyük Mü?" başlıklı yazıdan alıntıdır;
Peki bizim ülkemiz neden özellikle e-ticaret alanında yabancı yatırımcıların ilgisini çekiyor? Veya bir diğer soru neden bizde pazar olduğundan daha geniş görünüyor, aslında nedenini bir süredir hepimiz gözden kaçırdık, bizde kredi kartı taksit seçenekleri, nihai tüketici için diğer ülkelerde eşine az rastlanır bir finansal araç sunuyor, tüketici talebini kısmak yerine, ödemelerini uzun vadeye yayarak tüketim alışkanlıklarını değiştirmiyor, bu da ekonomiyi canlı tutuyor, ve talep daralmasının diğer ülkelerde olduğundan daha düşük seviyelerde seyretmesine olanak tanıyor. Aslında oldukça başarılı bir mantık, fakat finansal bilgisi yeterli olmayan bir tüketici kesiminin ellerinde yüksek limitli kredi kartlarının olması ne kadar doğru, tartışmaya açık bir konu.
Aşağıdaki paragraf 24 Mayıs 2012 tarihinde bu blog kapsamında yayınlanan "E-ticarette 2012 İkinci Yarı Yıl Trendleri" başlıklı yazıdan alıntıdır;
Depremler ve tsunami kaçınılmaz. Özellikle private shopping alanında kapanan girişimlere tanıklık edeceğiz, pazarda şişmiş olan oyuncu sayısı, önümüzdeki 6 ay içerisinde azalmaya başlayacak gibi görünüyor.
Sanırım internetin iyi yanlarından birisi de arkanızda bıraktığınız izlerin zaman içerisinde hem sizin hem de sosyal ağınız tarafından kullanılabiliyor olması, yani boş konuşan ve desteksiz atanlarla, destekli görüşler arasındaki farklar bloglar aleminde kolaylıkla ortaya çıkartılabilir.
Yukarıdaki paragraflardan ilkine yönelik düzenlemelerin yazı yayınlandıktan bir buçuk sene sonra artık gündeme geldiğini görüyoruz, ikinci paragrafa gelince, yaklaşık 3 aylık bir sapmayla, bu tahminlerinde tuttuğunu görmek mümkün, 2012'nin ikinci yarı yılına yönelik yapılan öngörüler, 2013'ün ilk çeyreğinde gerçekleşti, ve adını burada saymayacağım, onlarca e-ticaret firması kepenk kapatmak durumunda kaldı.
Şimdi gelelim bu yazının kapsamına, kredi kartları sayesinde şahsi nakit akışımızı nasıl unuttuğumuza bir göz gezdirelim.
Her birey geliri ne olursa olsun, kendi şahsi nakit akışından sorumludur, formül çok basittir, giderlerimiz gelirlerimizi aştığı anda şahsi bütçemiz açık verir, çevremizdeki ayartanların(burada bahsi geçen bireyler değil, metalardır) sayısı arttıkça, bütçemizin açık verme olasılığı da artar. İşte tam bu aşamada mucizevi bir formül devreye sokulur(!), kredi kartlarıyla uzun vadeli taksitlendirme, bütçemizin verdiği açık bu yolla kamufle edilir, talep ertelenmez.
Yıllar içerisinde aylık gelirimiz arttıkça, kredi kartı limitlerimiz de yükseltilir, yükselen limitler ve taksitlendirme alternatifleri, resmi nakit girişimizle sahip olamayacağımız bir çok metayı elde etmemizi sağlar, bu metaların hepsi de pasif varlıklardır, yani sahip olduğumuzda şahsi nakit akışımıza artı değil, eksi değer katan varlıklardır, aktif varlıklar ise sahip olunduklarında nakit akışımıza az yada çok artı değer katan varlıklardır. Kredi kartlarındaki uzun vadeli taksitlendirme seçenekleri, her geçen gün daha fazla miktarda pasif varlık edinmemiz için bizi teşvik ederler.
Şimdi gelelim bu günkü duruma, kredi kartlarında ve tüketici kredilerinde uzun vadeli taksitlendirmelere yapılacak düzenlemelerin kapsamını bilemiyoruz, asgari ödeme tutarlarının arttırılacağına dair de bilgiler dolanıyor, tüm bu aksiyonlar alınırsa, ekonomide kısa süreli daralma görülebilir, çünkü bu durumda bireysel taleplerin ertelenmesi gerekecektir, asgari ödeme tutarlarının yüzde kırklar seviyesine çekilmesi durumunda bir kaç ay boyunca acı çekeceğimiz de bir gerçek, fakat bir kaç aylık acı, uzun yıllar çekilecek olan acıdan iyidir.
8 Ekim 2013 Salı
Her Yer CEO Her Yer Co-Founder
Bu gün size bir öneride bulunacağım, içinde bulunduğunuz sosyal ağları, iş ağlarını, kariyer sitelerini gözden geçirin, arkadaşlarınızın, yakın çevrenizin ve onların çevresindekilerin ünvanlarına bakın, eminin bir çok CEO ve Co-Founder'a rastlayacaksınız, en azından listelerinizde onlarca müdür ve proje yöneticisi göreceksiniz.
Bunun neresi kötü diye düşünebilirsiniz, haklısınız da, tabi ki kötü bir tarafı yok, girişimcilik bir ülke ekonomisinin en önemli can damarıdır, ortada ne kadar çok CEO ve Co-Founder varsa girişimcilik altyapısı da o kadar gelişmiştir diye düşünebilirsiniz. Girişimciliğin teşvik edilmesi de çok doğru bir politikadır. Fakat eğer girişimciliğin ve buna bağlı olarak yatırımcılığın artı yönlerini gösterip, zorlukların üstünü örtersek, işi basite indirgemiş oluruz, bu durumda da altyapısı yetersiz binlerce ünvan sahibini, bu zorlu yolculuklarında ünvanlarıyla baş başa bırakırız.
Şimdi konuya farklı bir açıdan bakalım, "Baby Boomer" jenerasyonu ve "Generation Me" arasındaki uçurumu kısaca gözden geçirelim, böylece günümüzde neden her yer CEO her yer Co-Founder, çok daha iyi anlamış olacağız.
Baby Boomer jenerasyonu, yani 1946-1964 yılları arasında, büyük savaşların ardından dünyaya gelen neslin dünyaya bakış açıları ve beklentileri bizim dünyaya bakış açımız ve beklentilerimizden oldukça farklıydı. "Baby Boomer"lar dünya üzerindeki varlıklarını bizler kadar çok sorgulamadılar, onlar için ünvanlar bizim için olduğu kadar önem taşımıyordu, yaşama gelme amaçları netti, güvencesi olan bir işe sahip olmak ve bir aile kurmak. Yaşamdan beklentileri bu kadar basite indirgenmiş bir nesil, amaçlarına bizlerden daha kolay ulaşabiliyor, ve çok daha mutlu olabiliyordu, zaten yetiştirilme tarzları da buna müsaade ediyordu.
Zamanla "Baby Boomer"lar büyüdü, güvenceli işlerine ulaştılar, ve ailelerini kurdular, bu kez ebeveyn olma sırası onlardaydı, aile planlaması ve doğum kontrolü olanakları gelişmişti, kendi seçtikleri eşleriyle kurdukları mutlu birlikteliklerden, çocuklar dünyaya gelmeye başladı, kendi ebeveynlerinden görmedikleri ilgiliyi, çocuklarına fazlasıyla gösterdiler, her çocuk kendi ailesi içerisinde bir stardı, aralarındaki tek fark ise, 70li yıllarda doğanların starlık düzeyi 80li yıllarda doğanların starlık düzeyinden ve 80li yıllarda doğanların starlık düzeyi 90lı yıllarda doğanların starlık düzeyinden düşüktü, bu da teknolojinin ilerleme hızı göz önüne alındığında beklenen bir durumdu. Fakat ne olursa olsun hepimiz ben neslinin yani "Generation Me"nin birer parçasıydık. Toz pembe bir dünyanın hayalleriyle donatılmış, şişirilmiş egolarımızla birlikte, tek ve benzersizdik, her şeyi başarabilir, ne istersek olabilirdik.
Zaman bir kez daha hızla ilerledi, Ben neslinin mensupları da büyüdü ve hayata atıldı, kariyerlerini çizme, kendilerini gerçek hayatta ifade etme vakti gelmişti. Dünün starları, farklı üniversitelerde farklı disiplinlerde eğitimler aldılar, bir çoğu tek bir üniversiteyle de yetinmedi ve yüksek lisansla eğitim hayatlarını taçlandırdılar. İş hayatında yer almaya hazırdılar.
Generation Me mensupları, Baby Boomer'lardan ve diğer ara nesillerden farklı olarak itaat etmeye müsait değildiler, bu durum kesinlikle Generation Me mensuplarının kabahati değildi, yetiştirilme tarzının, genel konjonktürün doğal bir sonucuydu, böyle bir neslin ünvan ve mevki bağımlılığının olması da kaçınılmazdı.
Oysa iş hayatı doğası gereği, sabretmeyi gerektiren bir yapıda dizayn edilmişti. Kapitalist düzende basamakları birden bire tırmanmak ve zirveye ulaşmak ancak milyonda bir gerçekleşecek bir olasılıktı, öncelikle en alt katmanlardan başlamak ve toz yutmak gerekiyordu, yani gerektiği ölçüde ara eleman olunmalı ve yapılan iş her neyse en ince detayına kadar öğrenilmeliydi.
Fakat ben neslinin mensupları ara eleman olmayı, üreten olmayı, bilfiil çalışmayı red etmeye programlıydılar, kimse yönetilmek istemiyordu. Tabi ki bir çoğu para kazanmak amacıyla ara eleman olmak zorundaydı, bu konumda olanlarsa aslında kendilerinin hakkı olan üst mevkilerde yer alamamanın verdiği karamsar bir ruh hali içerisine girebiliyordu. Bu yüzden işletmelerde yeni yeni ünvanlar ve mevkiler oluşturulmaya başlandı, maddi olarak tatmin edilemeyen bir çok çalışan, bazı hayali mevkilerle tatmin ediliyordu.
Şimdi yazının en başına dönersek, ve tüm anlatılanları özetlersek, etrafınızda bu kadar fazla CEO ve Co-Founder bulunmasının nedeni, ben nesli olarak özgürlüklerimize ve kendi benliğimize olan düşkünlüğümüzdür.
Çarkın bir parçası olmayı, her önümüze konanı sorgusuz sualsiz kabul etmeyi ben de desteklemiyorum, insanın ideallerinin olması, ekonomiye katkı sağlaması, istihdam yaratması da saygı duyulası bir tutum. Eğer girişimcilik olmasaydı ve herkes güvenceli işlerin peşinde koşsaydı, orta ve küçük ölçekli işletmelerin var olma şansı kalmazdı. Yine de, bu ve benzeri yazıları gözden kaçırmaz ve dikkate alırsak, yeteneklerimizi doğru bir şekilde gözden geçirir, egolarımızı tespit eder ve törpülemeye gayret edersek, uzun vadede yaşayabileceğimiz zorlukların üstesinden gelme şansımız artacaktır.
Bunun neresi kötü diye düşünebilirsiniz, haklısınız da, tabi ki kötü bir tarafı yok, girişimcilik bir ülke ekonomisinin en önemli can damarıdır, ortada ne kadar çok CEO ve Co-Founder varsa girişimcilik altyapısı da o kadar gelişmiştir diye düşünebilirsiniz. Girişimciliğin teşvik edilmesi de çok doğru bir politikadır. Fakat eğer girişimciliğin ve buna bağlı olarak yatırımcılığın artı yönlerini gösterip, zorlukların üstünü örtersek, işi basite indirgemiş oluruz, bu durumda da altyapısı yetersiz binlerce ünvan sahibini, bu zorlu yolculuklarında ünvanlarıyla baş başa bırakırız.
Şimdi konuya farklı bir açıdan bakalım, "Baby Boomer" jenerasyonu ve "Generation Me" arasındaki uçurumu kısaca gözden geçirelim, böylece günümüzde neden her yer CEO her yer Co-Founder, çok daha iyi anlamış olacağız.
Baby Boomer jenerasyonu, yani 1946-1964 yılları arasında, büyük savaşların ardından dünyaya gelen neslin dünyaya bakış açıları ve beklentileri bizim dünyaya bakış açımız ve beklentilerimizden oldukça farklıydı. "Baby Boomer"lar dünya üzerindeki varlıklarını bizler kadar çok sorgulamadılar, onlar için ünvanlar bizim için olduğu kadar önem taşımıyordu, yaşama gelme amaçları netti, güvencesi olan bir işe sahip olmak ve bir aile kurmak. Yaşamdan beklentileri bu kadar basite indirgenmiş bir nesil, amaçlarına bizlerden daha kolay ulaşabiliyor, ve çok daha mutlu olabiliyordu, zaten yetiştirilme tarzları da buna müsaade ediyordu.
Zamanla "Baby Boomer"lar büyüdü, güvenceli işlerine ulaştılar, ve ailelerini kurdular, bu kez ebeveyn olma sırası onlardaydı, aile planlaması ve doğum kontrolü olanakları gelişmişti, kendi seçtikleri eşleriyle kurdukları mutlu birlikteliklerden, çocuklar dünyaya gelmeye başladı, kendi ebeveynlerinden görmedikleri ilgiliyi, çocuklarına fazlasıyla gösterdiler, her çocuk kendi ailesi içerisinde bir stardı, aralarındaki tek fark ise, 70li yıllarda doğanların starlık düzeyi 80li yıllarda doğanların starlık düzeyinden ve 80li yıllarda doğanların starlık düzeyi 90lı yıllarda doğanların starlık düzeyinden düşüktü, bu da teknolojinin ilerleme hızı göz önüne alındığında beklenen bir durumdu. Fakat ne olursa olsun hepimiz ben neslinin yani "Generation Me"nin birer parçasıydık. Toz pembe bir dünyanın hayalleriyle donatılmış, şişirilmiş egolarımızla birlikte, tek ve benzersizdik, her şeyi başarabilir, ne istersek olabilirdik.
Zaman bir kez daha hızla ilerledi, Ben neslinin mensupları da büyüdü ve hayata atıldı, kariyerlerini çizme, kendilerini gerçek hayatta ifade etme vakti gelmişti. Dünün starları, farklı üniversitelerde farklı disiplinlerde eğitimler aldılar, bir çoğu tek bir üniversiteyle de yetinmedi ve yüksek lisansla eğitim hayatlarını taçlandırdılar. İş hayatında yer almaya hazırdılar.
Generation Me mensupları, Baby Boomer'lardan ve diğer ara nesillerden farklı olarak itaat etmeye müsait değildiler, bu durum kesinlikle Generation Me mensuplarının kabahati değildi, yetiştirilme tarzının, genel konjonktürün doğal bir sonucuydu, böyle bir neslin ünvan ve mevki bağımlılığının olması da kaçınılmazdı.
Oysa iş hayatı doğası gereği, sabretmeyi gerektiren bir yapıda dizayn edilmişti. Kapitalist düzende basamakları birden bire tırmanmak ve zirveye ulaşmak ancak milyonda bir gerçekleşecek bir olasılıktı, öncelikle en alt katmanlardan başlamak ve toz yutmak gerekiyordu, yani gerektiği ölçüde ara eleman olunmalı ve yapılan iş her neyse en ince detayına kadar öğrenilmeliydi.
Fakat ben neslinin mensupları ara eleman olmayı, üreten olmayı, bilfiil çalışmayı red etmeye programlıydılar, kimse yönetilmek istemiyordu. Tabi ki bir çoğu para kazanmak amacıyla ara eleman olmak zorundaydı, bu konumda olanlarsa aslında kendilerinin hakkı olan üst mevkilerde yer alamamanın verdiği karamsar bir ruh hali içerisine girebiliyordu. Bu yüzden işletmelerde yeni yeni ünvanlar ve mevkiler oluşturulmaya başlandı, maddi olarak tatmin edilemeyen bir çok çalışan, bazı hayali mevkilerle tatmin ediliyordu.
Şimdi yazının en başına dönersek, ve tüm anlatılanları özetlersek, etrafınızda bu kadar fazla CEO ve Co-Founder bulunmasının nedeni, ben nesli olarak özgürlüklerimize ve kendi benliğimize olan düşkünlüğümüzdür.
Çarkın bir parçası olmayı, her önümüze konanı sorgusuz sualsiz kabul etmeyi ben de desteklemiyorum, insanın ideallerinin olması, ekonomiye katkı sağlaması, istihdam yaratması da saygı duyulası bir tutum. Eğer girişimcilik olmasaydı ve herkes güvenceli işlerin peşinde koşsaydı, orta ve küçük ölçekli işletmelerin var olma şansı kalmazdı. Yine de, bu ve benzeri yazıları gözden kaçırmaz ve dikkate alırsak, yeteneklerimizi doğru bir şekilde gözden geçirir, egolarımızı tespit eder ve törpülemeye gayret edersek, uzun vadede yaşayabileceğimiz zorlukların üstesinden gelme şansımız artacaktır.
12 Ağustos 2013 Pazartesi
Akıllı Adam & Akılsız Adam
Akıllı olan ile akılsız arasındaki farkı merak eder misiniz? Ben çok merak ederim, merakımı gidermek içinse algılarımı açık tutar, çevremi sürekli gözlerim. Şimdi bu gözlemlerin sonuçlarını kısaca paylaşmak istiyorum.
İlk olarak söylemem gerekir ki, bir insan ister akıllı olsun, ister akılsız, şans hayatımızda önemli bir faktör, bir kısım insana doğuştan tanınmış bazı şanslar olduğu bir gerçek, varlıklı bir aileden gelenler, sıra dışı bir güzelliğe veya fiziki bir üstünlüğe sahip olanlar hayata bir kaç gol fazladan atarak başlıyor.
Hayatın içerisinde de çoğu zaman şans, kendimiz için çizmeye çalıştığımız yolu etkiliyor, doğru zamanda doğru yerde olmak, doğru insanlarla tanışmak, ve doğru hamleleri yapabilmek. Tüm bunların şansla ilgili olmadığını söylemek mümkün değil.
Fakat ne kadar şanslı veya ne kadar şanssız olursak olalım, hayattaki yol haritamızı çizerken bize rehberlik eden ve bizi yönlendiren bir öğretmene sahibiz, bu öğretmen ise yapmış olduğumuz hatalardan başkası değil.
Akıllı da olsak, akılsız da, şanslı da olsak, şanssız da, er ya da geç, hayatın içerisinde bir kısım hatalar yapmanız kaçınılmaz.
Hata yapmadığını söyleyenleri ciddiye bile almıyorum.
Daha akıllı olanların, liderlik vasfına sahip kişilerin, en önemli özelliklerinin, egolarını yenmiş oldukları bir gerçek.
Yüksek ego düşük seviyede bilgiyle birlikte gelen, insanı her an alaşağı edebilecek bir özellik. Bu özelliğine fazlaca yatırım yapmış olanları üzülerek akılsızlar sınıfına sokmamız gerekiyor, yüksek egolu bireyler, hatalarını kabullenme yetisine sahip olmadıklarından, aynı hatayı sürekli tekrarlama ihtimalleri de yüksek, daha akıllı olanlar ise hatalarını iyi birer yol gösterici olarak benimser, onlardan alacakları dersleri alçak gönüllülükle kabul ederler.
Alçak gönüllülükle kabul edilmiş olan hatalar, bize yeni ufuklar açan, yolumuzu aydınlatan gerçek öğretmenlerdir. Hata yapmaktan korkarak harekete geçmemek, kendimize olan inancımızı törpüleyeceği gibi, yerimizde saymamıza neden olur. Evet bazen günü kurtarmak güzeldir, günü yakalamak da öyle, fakat mevcut durumumuzu korumak ve hata yapmamak adına kendimizi sürekli durdurmanın da doğru olduğunu söyleyemeyiz.
Böyle bir yazı yazmaya kalkıştığına göre, kendini çok akıllı mı görüyorsun derseniz eğer, cevabım hayır, akılsızlar sınıfında olduğum aşikar, fakat yazıda anlatmaya çalıştığım formülü geç de olsa keşfetmeye başladım ve sınıf atlayıp akıllılar sınıfına terfi etmek için egolarımı yenmeye ve yaptığım hatalarla yüzleşmeye çabalıyorum. Oldukça zor ve hırpalayıcı bir süreç olduğunu söyleyebilirim, fakat yine de denemeye değer.
İlk olarak söylemem gerekir ki, bir insan ister akıllı olsun, ister akılsız, şans hayatımızda önemli bir faktör, bir kısım insana doğuştan tanınmış bazı şanslar olduğu bir gerçek, varlıklı bir aileden gelenler, sıra dışı bir güzelliğe veya fiziki bir üstünlüğe sahip olanlar hayata bir kaç gol fazladan atarak başlıyor.
Hayatın içerisinde de çoğu zaman şans, kendimiz için çizmeye çalıştığımız yolu etkiliyor, doğru zamanda doğru yerde olmak, doğru insanlarla tanışmak, ve doğru hamleleri yapabilmek. Tüm bunların şansla ilgili olmadığını söylemek mümkün değil.
Fakat ne kadar şanslı veya ne kadar şanssız olursak olalım, hayattaki yol haritamızı çizerken bize rehberlik eden ve bizi yönlendiren bir öğretmene sahibiz, bu öğretmen ise yapmış olduğumuz hatalardan başkası değil.
Akıllı da olsak, akılsız da, şanslı da olsak, şanssız da, er ya da geç, hayatın içerisinde bir kısım hatalar yapmanız kaçınılmaz.
Hata yapmadığını söyleyenleri ciddiye bile almıyorum.
Daha akıllı olanların, liderlik vasfına sahip kişilerin, en önemli özelliklerinin, egolarını yenmiş oldukları bir gerçek.
Yüksek ego düşük seviyede bilgiyle birlikte gelen, insanı her an alaşağı edebilecek bir özellik. Bu özelliğine fazlaca yatırım yapmış olanları üzülerek akılsızlar sınıfına sokmamız gerekiyor, yüksek egolu bireyler, hatalarını kabullenme yetisine sahip olmadıklarından, aynı hatayı sürekli tekrarlama ihtimalleri de yüksek, daha akıllı olanlar ise hatalarını iyi birer yol gösterici olarak benimser, onlardan alacakları dersleri alçak gönüllülükle kabul ederler.
Alçak gönüllülükle kabul edilmiş olan hatalar, bize yeni ufuklar açan, yolumuzu aydınlatan gerçek öğretmenlerdir. Hata yapmaktan korkarak harekete geçmemek, kendimize olan inancımızı törpüleyeceği gibi, yerimizde saymamıza neden olur. Evet bazen günü kurtarmak güzeldir, günü yakalamak da öyle, fakat mevcut durumumuzu korumak ve hata yapmamak adına kendimizi sürekli durdurmanın da doğru olduğunu söyleyemeyiz.
Böyle bir yazı yazmaya kalkıştığına göre, kendini çok akıllı mı görüyorsun derseniz eğer, cevabım hayır, akılsızlar sınıfında olduğum aşikar, fakat yazıda anlatmaya çalıştığım formülü geç de olsa keşfetmeye başladım ve sınıf atlayıp akıllılar sınıfına terfi etmek için egolarımı yenmeye ve yaptığım hatalarla yüzleşmeye çabalıyorum. Oldukça zor ve hırpalayıcı bir süreç olduğunu söyleyebilirim, fakat yine de denemeye değer.
26 Temmuz 2013 Cuma
FİKRİ BULDUK, SATTIK, ÜRETTİK, PEKİ YA SONRA?
Geçtiğimiz Mayıs ayında bu blogda iki farklı yazı yer almıştı, bu yazılardan birinde satan fikir ve yatan fikir kavramlarının incelenmesi yer almaktaydı, ilk okunması gerekenin bu yazı olduğunu düşünüyorum, ve daha önce okumadıysanız eğer, bu durumda sizi şu linke yönlendiriyorum. Bu yazı kapsamında fikrin hayata geçirilmesinden önceki süreçler, yani fikrin akla düştükten sonraki olgunlaşma evresi üzerindeki bazı tespitleri bulabilirsiniz.
İkinci yazı kapsamındaysa, bir internet/teknoloji projesinin yarıda kalmasına neden olan 10 faktörün kısa incelemesi yer almıştı. Eğer okumadıysanız, ikinci olarak da bu yazının okunması gerektiğini düşünerek sizi şu linke yönlendiriyorum.
Her iki yazıyı da okuduğunuzu varsayarak, gelelim üçlemenin son halkasına, fikir bulundu, paketlendi, ilk alıcılarına satıldı ve üretim de gerçekleştirilerek hayata geçirildi. Peki bundan sonra karşınıza neler mi çıkacak? Aradığınız cevapların bir bölümüne bu yazının devamında ulaşabilirsiniz.
Öncelikle internet temelli / teknoloji odaklı bir ürün veya servisiniz varsa, açılış fazınızın yani beta sürecinizin sancılarına göğüs gerebilecek bir finansal yapıya sahip olmanız gerekmektedir, genellikle teknoloji odaklı projelerin beta sürecinden çıkıp, daha stabil bir yapıya kavuşmaları, projenin ölçeğine göre, 3 ay ile 3 yıl arasında değişebilmektedir.
Unutmamanız gereken bir diğer konu, yayına girdiniz veya piyasaya çıktınız, adı her neyse elinizde artık bir beta sürüm var, bu aşamada sizin artık harekete ihtiyacınız var, yani kullanıcı deneyimlerinin yaşanıyor olması gerekmekte, çünkü siz bir dükkan açmadınız, web-teknoloji ekosisteminde, sadece ufak bir damlasınız, damlanın büyümesi ve yağmura dönüşmesi klasik ticaretten farklıdır, klasik ticaretten ne kastettiğimi de bir örnekle anlatayım, işlek bir caddede bir dükkan açtınız, doğru ürün, doğru dekor, doğru satış stratejileri, size ilk günden itibaren nakit akışı getirir, nakit akışının boyutu bir çok parametreden etkilenir, fakat nakit her zaman nakittir. Oysa teknoloji odaklı projelerde ticaretin kuralları farklı çalışır. Birinci ve en önemli kural ise, kullanıcı kitlenizin, betaya girdiğiniz günden itibaren servisinizi deneme ve yayma arzusunda olmaları gerekmektedir. Ne yapıp edip bu arzuyu yaratmanız gerekecektir.
Nakit akışınızla ilgili tahminlerinizi yürütürken de en kötümser senaryoları baz almanızda fayda var, kendinize çizeceğiniz pembe tablolar, ekibiniz ve yatırımcılarınız için oldukça önemli ve motive edicidir, fakat unutulmaması gereken konu, kendi excel dosyalarınızda ve kapalı kapılar ardında mutlaka kötümser senaryoları çalışmış olmanız gerekmektedir. Kötümser senaryolar sizin hareket alanınızı genişletecek, manevra kabiliyetinizi güçlendirecektir.
Son olarak belirtmek isterim ki, projenizin hayata geçtiği ve son kullanıcılarıyla buluştuğu ilk günler en zor günleriniz olacaktır, bu sebeple, ilk kullanıcılarınız yani "beta tester"larınızdan gelecek olan eleştirilere ve önerilere açık olun, ve kontrolü elinizden bırakmamak suretiyle, naktiniz ve vaktinizi iyi yöneterek, sadece ve sadece yapabilecekleriniz(gerçekte projenize katkı sağlayacak öneriler) ölçüsünde sizi yönlendirmelerine izin verin.
İkinci yazı kapsamındaysa, bir internet/teknoloji projesinin yarıda kalmasına neden olan 10 faktörün kısa incelemesi yer almıştı. Eğer okumadıysanız, ikinci olarak da bu yazının okunması gerektiğini düşünerek sizi şu linke yönlendiriyorum.
Her iki yazıyı da okuduğunuzu varsayarak, gelelim üçlemenin son halkasına, fikir bulundu, paketlendi, ilk alıcılarına satıldı ve üretim de gerçekleştirilerek hayata geçirildi. Peki bundan sonra karşınıza neler mi çıkacak? Aradığınız cevapların bir bölümüne bu yazının devamında ulaşabilirsiniz.
Öncelikle internet temelli / teknoloji odaklı bir ürün veya servisiniz varsa, açılış fazınızın yani beta sürecinizin sancılarına göğüs gerebilecek bir finansal yapıya sahip olmanız gerekmektedir, genellikle teknoloji odaklı projelerin beta sürecinden çıkıp, daha stabil bir yapıya kavuşmaları, projenin ölçeğine göre, 3 ay ile 3 yıl arasında değişebilmektedir.
Unutmamanız gereken bir diğer konu, yayına girdiniz veya piyasaya çıktınız, adı her neyse elinizde artık bir beta sürüm var, bu aşamada sizin artık harekete ihtiyacınız var, yani kullanıcı deneyimlerinin yaşanıyor olması gerekmekte, çünkü siz bir dükkan açmadınız, web-teknoloji ekosisteminde, sadece ufak bir damlasınız, damlanın büyümesi ve yağmura dönüşmesi klasik ticaretten farklıdır, klasik ticaretten ne kastettiğimi de bir örnekle anlatayım, işlek bir caddede bir dükkan açtınız, doğru ürün, doğru dekor, doğru satış stratejileri, size ilk günden itibaren nakit akışı getirir, nakit akışının boyutu bir çok parametreden etkilenir, fakat nakit her zaman nakittir. Oysa teknoloji odaklı projelerde ticaretin kuralları farklı çalışır. Birinci ve en önemli kural ise, kullanıcı kitlenizin, betaya girdiğiniz günden itibaren servisinizi deneme ve yayma arzusunda olmaları gerekmektedir. Ne yapıp edip bu arzuyu yaratmanız gerekecektir.
Nakit akışınızla ilgili tahminlerinizi yürütürken de en kötümser senaryoları baz almanızda fayda var, kendinize çizeceğiniz pembe tablolar, ekibiniz ve yatırımcılarınız için oldukça önemli ve motive edicidir, fakat unutulmaması gereken konu, kendi excel dosyalarınızda ve kapalı kapılar ardında mutlaka kötümser senaryoları çalışmış olmanız gerekmektedir. Kötümser senaryolar sizin hareket alanınızı genişletecek, manevra kabiliyetinizi güçlendirecektir.
Son olarak belirtmek isterim ki, projenizin hayata geçtiği ve son kullanıcılarıyla buluştuğu ilk günler en zor günleriniz olacaktır, bu sebeple, ilk kullanıcılarınız yani "beta tester"larınızdan gelecek olan eleştirilere ve önerilere açık olun, ve kontrolü elinizden bırakmamak suretiyle, naktiniz ve vaktinizi iyi yöneterek, sadece ve sadece yapabilecekleriniz(gerçekte projenize katkı sağlayacak öneriler) ölçüsünde sizi yönlendirmelerine izin verin.
13 Haziran 2013 Perşembe
"GEZİ"YE FARKLI BAKIŞ: HEPİMİZ RAHATSIZIZ, EN BAŞTA BEN!
Kesin ve net, rahatsızız biz, kendimi bu listenin en başına yazıyorum. Şimdi neden rahatsız olduğumuzu inceleyelim.
Ben sıradan bir adamım, bir süredir bildiğim konu hakkında bir blog yazıyorum, birilerine faydası oluyorsa, bu beni mutlu eder, aşırı takipçim yok, olup olmaması da aslına bakarsanız umurumda değil. Bir kaç kişiye de olsa faydam oluyorsa, adam öğrenmiş, öğreniyor ve aktarıyor diyen bir kaç kişi bile varsa, bu bana yeter.
Şimdi sınırlı sayıdaki kendi sosyal ağıma, mevcut durum hakkında kısa bir yazıyla ses vermek istiyorum, ilk defa blog içerisinde alanımın dışına çıkacağım, çünkü hiç ses vermezsem kendimi ilerde suçlu hissedeceğimi biliyorum.
Ben olaylara biraz farklı yaklaşacağım, net tanımlamalar da yapmayacağım, biz siz onlar, ötekiler ve berikiler gibi. Genel olarak hepimiz olarak bakacağım.
Biraz daha ilerlemeden önce, demokratik hak ve özgürlük arayışlarının arkasında olduğumu söylemek istiyorum, çünkü muhtemelen benim taraf tutmaz görüntüm, çarmıha gerilmeye çok müsait olacaktır. Nedenine gelince, en başta çuvaldızı kendime, sonra kendim gibilere batıracağım. Hani unuttuğumuz, bir köşeye fırlatıp attığımız, bir türlü de saklı köşesinden çıkartmadığımız o çuvaldız var ya, işte o çuvaldızı saklı olduğu yerden kısa bir süreliğine çıkartacağım. Siz bu yazıyı okuyorsanız, biraz kafa yoracağız demektir, pek sevilen bir konu değildir, kafa yormak, hem de bunca güzel şey varken, ve bu güzel şeylerin elimizden gideceği endişesi taşırken.
Sanırım bu kadar giriş yeter, şimdi girizgaha gelelim, önce başlığa dönelim, rahatsızlığı tanımlayalım, kabul etmemiz gerekir ki, bizim yaşadığımız dönem, anne ve babalarımızın yaşadıkları dönemden çok daha ileride, hayatımızı kolaylaştıran teknolojik çözümler dört bir yanımızda, dünyanın her bölgesine, hem fiziki hem de sanal erişimimiz üst düzeyde, sosyal aktiviteler çok daha çeşitli ve erişime açık, yeme içme kültürümüz eminim hiç bir zaman bu kadar gelişmiş değildi, oturduğumuz yerden tek bir tıklamayla ulaşabileceğimiz mutfakların sınırı yok. Bunlar benim ilk aklıma gelenlerdi, ayrıca yaş itibariyle, şu an yirmili ve otuzlu yaşlarındaki kitle olarak, biz hayatımız boyunca, büyük bir savaşı, yıkımı, kıtlığı, darbeyi, büyük ölçekli sokak çatışmalarını da bilfiil yaşamadık.
Tüm bu güzellikler bizlere altın tepside sunuldu, hiç birimiz bu güzellikler için çok büyük çaba sarf etmedik. Bunlar zaten bizim hakkımızdı, daha farklısını görmedik ve düşünmedik. Bize böyle öğretildi. Tabi ki bu durum bizim hatamız değil, dünyadaki süreç böyle gelişti, ve gelişmeye devam edecek. İnsanoğlunun tüm zamanlar içerisindeki en rahat olduğu dönemde yaşadığımız gerçeğini göz ardı edemeyiz. İnsanoğlu olarak özümüzde bir rahatsızlanma hali her zaman vardır, ve var olmaya devam edecektir, ne kadar fazla rahata erişirsek, daha fazlasını isteyeceğiz, bunun sonucunda tepkilerimiz, özgürlük tanımlarımız, özgürlükle ilgili sınırlarımız, yaşama bakışımız da sürekli olarak evrim geçirecek. Rahatsızlığımızı sık sık dışarı yansıtacağız, ve birbirimizin işini zorlaştıracağız.
Bu kadar laf salatasını neden yaptığımı, ve mevcut durumla nasıl bağdaştırmayı amaçladığımı soruyorsanız, giriş ve girizgahı tamamlayarak, sonuca doğru yönelme zamanı gelmiş demektir. Tüm sorulara yanıtı bir kaç paragrafla bulamayız elbet, fakat biraz çabalamak ve beynimizi zorlamak bize iyi gelebilir.
Öncelikle tüm toplumların iki uç nokta besini olduğunu görmek gerekir, birisi huzur arayışı, diğeri ise kaos ihtiyacıdır, medeniyet düzeylerini geliştirmiş, demokrasilerini de derleyip toparlayarak rayına oturtmuş toplumlarda, huzurdan söz etmek mümkündür, bizim gibi zıt kutupların, farklı görüşlerin, farklı inançların bir arada olduğu toplumlar ise, kaos ile beslenirler, kaos bizim ana besin maddemizdir, bir yol bulur ve kendimizi kaosun içerisine çekmeyi başarırız. Taraflar arasında empati kurma yeteneği de yine demokrasiyi düzgün zemine oturtmuş, medeniyet düzeyi gelişmiş toplumların huzuruna hizmet eden çok önemli bir olgudur. Ve maalesef bizim gibi toplumlarda henüz tam olarak empati yeteneğinin geliştiğini söylemek mümkün değildir. Bu toplumun bir parçasıyım ve tüm bu yazdıklarıma kendimi de katıyorum, kendimi dışında bıraktığım sanılmasın, sadece artık otuzlarının ortasına gelmiş bir birey olarak, ben durumu böyle görüyorum ve son zamanlarda empati yeteneğimi geliştirmeye çabalıyorum.
2011 Ağustos ayındaki Londra olayları, ve 2007 Madrid olayları incelemeye değer, bizim vakamızla özellikle sosyal medyanın yarattığı ağ etkisi nedeniyle benzerlikleri var, bize göre nispeten daha demokratik olan toplumlarda sürecin nasıl yönetildiğini bu iki vakayı referans göstererek incelemek bizim yolumuza da ışık tutabilir.
Sosyal medyanın gelişmesi, mobil cihazlar ve teknolojinin gelmiş olduğu nokta haberlerin yayılma mekanizmasını, haber akışını değiştiriyor, artık her birey başlı başına bir yayıncı, içerik geliştirici, hiç birimiz sadece haber alan değiliz, aynı zamanda haberdar edeniz, bu da her birimizin omzuna ekstra sorumluluk yüklenmesi demektir.
O yüzden dünya üzerindeki tüm coğrafyalar içerisinde en iyilerinden birinde yaşadığımızı unutmadan, taraf olmaktan vazgeçmeyerek fakat bir yandan da haberciliğin omuzlarımıza yüklediği tarafsızlık ilkesine bağlı kalarak, kendimizi ve çevremizi geliştirmeye bakalım. Gelişme ve geliştirme çabası içinde olmazsak, işte asıl o zaman, sıradan, ben merkezcil, günü kurtaran bir toplumun sıradan bireyleri oluruz.
Bu kadar laf salatasını neden yaptığımı, ve mevcut durumla nasıl bağdaştırmayı amaçladığımı soruyorsanız, giriş ve girizgahı tamamlayarak, sonuca doğru yönelme zamanı gelmiş demektir. Tüm sorulara yanıtı bir kaç paragrafla bulamayız elbet, fakat biraz çabalamak ve beynimizi zorlamak bize iyi gelebilir.
Öncelikle tüm toplumların iki uç nokta besini olduğunu görmek gerekir, birisi huzur arayışı, diğeri ise kaos ihtiyacıdır, medeniyet düzeylerini geliştirmiş, demokrasilerini de derleyip toparlayarak rayına oturtmuş toplumlarda, huzurdan söz etmek mümkündür, bizim gibi zıt kutupların, farklı görüşlerin, farklı inançların bir arada olduğu toplumlar ise, kaos ile beslenirler, kaos bizim ana besin maddemizdir, bir yol bulur ve kendimizi kaosun içerisine çekmeyi başarırız. Taraflar arasında empati kurma yeteneği de yine demokrasiyi düzgün zemine oturtmuş, medeniyet düzeyi gelişmiş toplumların huzuruna hizmet eden çok önemli bir olgudur. Ve maalesef bizim gibi toplumlarda henüz tam olarak empati yeteneğinin geliştiğini söylemek mümkün değildir. Bu toplumun bir parçasıyım ve tüm bu yazdıklarıma kendimi de katıyorum, kendimi dışında bıraktığım sanılmasın, sadece artık otuzlarının ortasına gelmiş bir birey olarak, ben durumu böyle görüyorum ve son zamanlarda empati yeteneğimi geliştirmeye çabalıyorum.
2011 Ağustos ayındaki Londra olayları, ve 2007 Madrid olayları incelemeye değer, bizim vakamızla özellikle sosyal medyanın yarattığı ağ etkisi nedeniyle benzerlikleri var, bize göre nispeten daha demokratik olan toplumlarda sürecin nasıl yönetildiğini bu iki vakayı referans göstererek incelemek bizim yolumuza da ışık tutabilir.
Sosyal medyanın gelişmesi, mobil cihazlar ve teknolojinin gelmiş olduğu nokta haberlerin yayılma mekanizmasını, haber akışını değiştiriyor, artık her birey başlı başına bir yayıncı, içerik geliştirici, hiç birimiz sadece haber alan değiliz, aynı zamanda haberdar edeniz, bu da her birimizin omzuna ekstra sorumluluk yüklenmesi demektir.
O yüzden dünya üzerindeki tüm coğrafyalar içerisinde en iyilerinden birinde yaşadığımızı unutmadan, taraf olmaktan vazgeçmeyerek fakat bir yandan da haberciliğin omuzlarımıza yüklediği tarafsızlık ilkesine bağlı kalarak, kendimizi ve çevremizi geliştirmeye bakalım. Gelişme ve geliştirme çabası içinde olmazsak, işte asıl o zaman, sıradan, ben merkezcil, günü kurtaran bir toplumun sıradan bireyleri oluruz.
24 Mayıs 2013 Cuma
SATAN FİKİR & YATAN FİKİR
Bir önceki yazı kapsamında Internet ve Teknoloji projelerinin yarıda kalma nedenleri üzerine kısa bir incelemeye yer vermiştim.
Bu yazı kapsamındaysa, bir fikrin üretim aşamasına geçmeden önceki şekillenme ve olgunlaşma süreciyle ilgili bazı saptamaları ve geçmiş dönem deneyimlerini paylaşacağım.
Öncelikle yazının başlığından da anlaşılacağı üzere, aslında işin özünde 2 tip fikir vardır, bunlardan bir tanesi "SATAN FİKİR" diğeriyse "YATAN FİKİR" olarak tanımlanabilir.
Gelin biz öncelikle "SATAN FİKİR"lerin ortak özelliklerini inceleyelim;
Madem fikir geliştirmeye meraklısınız, öncelikle iyi bir satışçı olmanız gerekiyor, eğer iyi bir satışçı değilseniz, ivedilikle satış becerilerinizi geliştirmenizi önerebilirim.
Çünkü fikrinizi satamazsanız, beyninizin tozlu raflarındaki yerini korumaya devam edecektir.
Şimdi sıkı durun, bir fikrin satılması sürecinde ilk alıcı sizsiniz, yani hem satıcı hem alıcı pozisyonunda olduğunuzu gözden çıkarmayın, bu durumda satış becerilerinize ek olarak, satın alma becerilerinizin de gelişmiş olması gerekiyor.
Eğer kolay ikna olan bir satın almacıysanız, kendinizi kolaylıkla ikna eder, hayata geçmesi mümkün olmayan, veya olsa bile getirisi götürüsünden az olacak fikirler bulduğunuzda sunum dosyanızı elinize alıp sokağa dökülebilirsiniz. Bu yüzden olabildiğince zor bir satın almacı olun ve kendi fikrinizi kendinize satarken sağlam bir SWOT analizinden geçirmeyi ihmal etmeyin. İster inanın ister inanmayın, siz ne kadar zor bir satın almacı olursanız olun, piyasaya fikrinizle çıktığınızda karşılaşacağınız satın almacılar, sizden en az 10 kat daha zor olacaktır.
İlk seferinde ikna eden fikir satıcıları yok mudur derseniz eğer, cevap tabi ki evet, fakat biz buna kendi piyasamızda acemi şansı diyoruz, ve maalesef, piyasanın eskileri bir şekilde birbirini kollar, yeni oyuncuların doğru kişileri ikna etmeleri için çok fazla ter dökmeleri gerekir.
Sonuç olarak "SATAN FİKİR" kavramını özetlersek, özünde hepimiz fikirler ekonomisinin oyuncularıyız, bu oyun sırasında bazılarımızın aklını sürekli yeni fikirlere yorar, bir hastalık gibidir, ilacına gelince, öncelikle aklınızdaki fikirleri kağıda dökerek başlayabilirsiniz, boş bir kağıda aklınıza gelen fikirleri minik notlar halinde geçirin, akabinde fikirlerinizi kendinize satmaya başlayın, kendinizi hangi fikriniz üzerinden en gerçekçi şekilde ikna edebildiyseniz, başkalarına satmanız gereken fikir işte odur.
Durmayın, hemen harekete geçin, ve kendiniz dışındaki satın almacıların peşine düşün. İşin özü fikir değil, işin özü satış, "SATAN FİKİR" üzerine konsantre olun.
Yeşil ışığı, yani "SATAN FİKİR" kavramını inceledik, şimdi gelelim kırmızı ışığa, sırada "YATAN FİKİR" var.
Aslında aklı selim okuyucu yazının bu safhasına kadar gelmişse, "YATAN FİKİR"le ilgili olarak bundan sonra anlatılacakları kendi kafasında oluşturmuş ve "SATAN FİKİR" kavramının tam zıttı olduğunu algılamıştır, biz yine de kısaca üstünde duralım.
Hatırlarsanız, bir önceki aşamada fikirleri kağıda geçirmiştiniz, ilk etapta kendinizi ikna ettiğiniz fikir sizin SATAN FİKRİNİZ, daha doğrusu SATACAĞINIZ FİKRİNİZ, diğerlerine gelince, yani kağıt üstünde kalanlar ise YATAN FİKİRLERİNİZ, ve bunların kağıt üstünde kalmaları, vereceğiniz efor düşünüldüğünde çok daha mantıklıdır, en büyük sermayeniz zaman olduğuna göre, yatması gereken fikirlerinizin hangileri olduğunu baştan tespit edebilirseniz, kıymetli vaktinizi ve sınırlı naktinizi boş yere heba etmemiş olursunuz.
Aynı anada birden fazla "SATAN FİKİR" bulduğunuzu düşünmek, ve aynı andan birden fazla işe birden efor vermek veya pazarlamaya çalışmaksa, benim de yaptığım oldukça yaygın bir hatadır, ve sonu gelmeyecek karmaşık süreçleri beraberinde getirir, olması gereken şudur, kağıt üstünde çokça "YATAN FİKİR" ve sadece bir tane "SATAN FİKİR". Doğru kurguyu yaparak temkinli şekilde risk almanız, ve tüm konsantrasyonunuzu tek bir fikre kanalize etmeniz, başarı şansınızı arttıracaktır.
İleri bir tarihte YATAN FİKİRLERİNİZden herhangi birine benzer bir fikrin hayata geçtiğini görürseniz de sakın üzülmeyin, ve umutsuzluğa kapılmayın bu sizin doğru yolda olduğunuzu ve elediğiniz iş fikirlerinizin bile belirli bir potansiyele sahip olduğunu gösterir, çünkü "YATAN FİKİR" safhasında bıraktığınız ve kendinizi dahi ikna edemediğiniz bir fikriniz için zaten ne harekete geçebilir ve üretim yapabilirdiniz, ne de sokağa çıkıp birilerini ikna edebilirdiniz.
Bu yazı kapsamındaysa, bir fikrin üretim aşamasına geçmeden önceki şekillenme ve olgunlaşma süreciyle ilgili bazı saptamaları ve geçmiş dönem deneyimlerini paylaşacağım.
Öncelikle yazının başlığından da anlaşılacağı üzere, aslında işin özünde 2 tip fikir vardır, bunlardan bir tanesi "SATAN FİKİR" diğeriyse "YATAN FİKİR" olarak tanımlanabilir.
Gelin biz öncelikle "SATAN FİKİR"lerin ortak özelliklerini inceleyelim;
Madem fikir geliştirmeye meraklısınız, öncelikle iyi bir satışçı olmanız gerekiyor, eğer iyi bir satışçı değilseniz, ivedilikle satış becerilerinizi geliştirmenizi önerebilirim.
Çünkü fikrinizi satamazsanız, beyninizin tozlu raflarındaki yerini korumaya devam edecektir.
Şimdi sıkı durun, bir fikrin satılması sürecinde ilk alıcı sizsiniz, yani hem satıcı hem alıcı pozisyonunda olduğunuzu gözden çıkarmayın, bu durumda satış becerilerinize ek olarak, satın alma becerilerinizin de gelişmiş olması gerekiyor.
Eğer kolay ikna olan bir satın almacıysanız, kendinizi kolaylıkla ikna eder, hayata geçmesi mümkün olmayan, veya olsa bile getirisi götürüsünden az olacak fikirler bulduğunuzda sunum dosyanızı elinize alıp sokağa dökülebilirsiniz. Bu yüzden olabildiğince zor bir satın almacı olun ve kendi fikrinizi kendinize satarken sağlam bir SWOT analizinden geçirmeyi ihmal etmeyin. İster inanın ister inanmayın, siz ne kadar zor bir satın almacı olursanız olun, piyasaya fikrinizle çıktığınızda karşılaşacağınız satın almacılar, sizden en az 10 kat daha zor olacaktır.
İlk seferinde ikna eden fikir satıcıları yok mudur derseniz eğer, cevap tabi ki evet, fakat biz buna kendi piyasamızda acemi şansı diyoruz, ve maalesef, piyasanın eskileri bir şekilde birbirini kollar, yeni oyuncuların doğru kişileri ikna etmeleri için çok fazla ter dökmeleri gerekir.
Sonuç olarak "SATAN FİKİR" kavramını özetlersek, özünde hepimiz fikirler ekonomisinin oyuncularıyız, bu oyun sırasında bazılarımızın aklını sürekli yeni fikirlere yorar, bir hastalık gibidir, ilacına gelince, öncelikle aklınızdaki fikirleri kağıda dökerek başlayabilirsiniz, boş bir kağıda aklınıza gelen fikirleri minik notlar halinde geçirin, akabinde fikirlerinizi kendinize satmaya başlayın, kendinizi hangi fikriniz üzerinden en gerçekçi şekilde ikna edebildiyseniz, başkalarına satmanız gereken fikir işte odur.
Durmayın, hemen harekete geçin, ve kendiniz dışındaki satın almacıların peşine düşün. İşin özü fikir değil, işin özü satış, "SATAN FİKİR" üzerine konsantre olun.
Yeşil ışığı, yani "SATAN FİKİR" kavramını inceledik, şimdi gelelim kırmızı ışığa, sırada "YATAN FİKİR" var.
Aslında aklı selim okuyucu yazının bu safhasına kadar gelmişse, "YATAN FİKİR"le ilgili olarak bundan sonra anlatılacakları kendi kafasında oluşturmuş ve "SATAN FİKİR" kavramının tam zıttı olduğunu algılamıştır, biz yine de kısaca üstünde duralım.
Hatırlarsanız, bir önceki aşamada fikirleri kağıda geçirmiştiniz, ilk etapta kendinizi ikna ettiğiniz fikir sizin SATAN FİKRİNİZ, daha doğrusu SATACAĞINIZ FİKRİNİZ, diğerlerine gelince, yani kağıt üstünde kalanlar ise YATAN FİKİRLERİNİZ, ve bunların kağıt üstünde kalmaları, vereceğiniz efor düşünüldüğünde çok daha mantıklıdır, en büyük sermayeniz zaman olduğuna göre, yatması gereken fikirlerinizin hangileri olduğunu baştan tespit edebilirseniz, kıymetli vaktinizi ve sınırlı naktinizi boş yere heba etmemiş olursunuz.
Aynı anada birden fazla "SATAN FİKİR" bulduğunuzu düşünmek, ve aynı andan birden fazla işe birden efor vermek veya pazarlamaya çalışmaksa, benim de yaptığım oldukça yaygın bir hatadır, ve sonu gelmeyecek karmaşık süreçleri beraberinde getirir, olması gereken şudur, kağıt üstünde çokça "YATAN FİKİR" ve sadece bir tane "SATAN FİKİR". Doğru kurguyu yaparak temkinli şekilde risk almanız, ve tüm konsantrasyonunuzu tek bir fikre kanalize etmeniz, başarı şansınızı arttıracaktır.
İleri bir tarihte YATAN FİKİRLERİNİZden herhangi birine benzer bir fikrin hayata geçtiğini görürseniz de sakın üzülmeyin, ve umutsuzluğa kapılmayın bu sizin doğru yolda olduğunuzu ve elediğiniz iş fikirlerinizin bile belirli bir potansiyele sahip olduğunu gösterir, çünkü "YATAN FİKİR" safhasında bıraktığınız ve kendinizi dahi ikna edemediğiniz bir fikriniz için zaten ne harekete geçebilir ve üretim yapabilirdiniz, ne de sokağa çıkıp birilerini ikna edebilirdiniz.
Etiketler:
başarılı fikirler,
fikir geliştirme,
internet fırsatları,
internet girişimleri,
iş fikri,
iş fikri bulma,
iş geliştirme,
projelendirme,
satan fikir,
swot,
swot analizi,
web girişimleri
19 Mayıs 2013 Pazar
INTERNET VE TEKNOLOJİ PROJELERİ NEDEN YARIDA KALIR?
2000lerin başından beri, yani ilk ".com patlaması" döneminden itibaren internet ve teknoloji projelerinin içerisinde yer aldım. Net bir sayı söylemek mümkün olmasa da, 200'ün üzerinde irili ufaklı projenin içinde farklı kurgularda yer aldığımı söyleyebilirim, bazen tasarımda, bazen arayüzün kodlama tarafında, kimi zaman projelendirme süreçlerinde, sıklıkla pazarlama tarafında, son dönemlerdeyse iş geliştirmenin farklı disiplinlerinde yer aldım.
Bu aşamalardan geçerken, düzenli olarak gözlem yapma, internet ve teknoloji odaklı projelerin, neden yarıda kaldıklarına dair tespitlerde bulunma şansım oldu, zaman içerisinde tespitlerimi notlar haline getirdim. Bu notlar oldukça kapsamlı ve her birisi üzerinde belki bir veya iki günlük eğitimler yapılması gerekir, bununla birlikte, aşağıda sadece ana başlıklar ve kısa notlar halinde özetlenmesi, süreçlerin yarıda kalma nedenleriyle ilgili ipuçları verecektir.
Her bir başlığı büyük ve çok kalın harflerle not ediyorum, başlıkların altındaysa kısa açıklamalar var, önerim bu 10 maddeyi basmanız, ve ofisinizde veya evinizdeki mantar panonuza iliştirmeniz, sakın bilgisayarınızda veya tabletinizde not olarak kalmalarına izin vermeyin, çünkü diğer uyaranlar arasında yok olup giderler, siz en iyisi eski sistem bir mantar pano edinin ve bu başlıkları gözünüzün önünden ayırmayın.
NEDEN1: PROJE PLANLAMASINDA YAPILAN İŞ GÜCÜ VE BÜTÇE HATALARI
Yapılan en yaygın yanlış, sadece proje fikrinin yeterli olduğuna inanmak ve işin başlangıç aşamasında, planlama ve döküman oluşturma sürecine yeterli zamanı ayırmamaktır.
Yarıda kalan tüm IT ve Internet temelli projelerde bu hata bir şekilde yapılmıştır, oysaki proje planının oluşturulması, ve kağıda dökülmesi ileriye dönük olarak projenize duyduğunuz saygının bir ispatıdır, sizin saygı duymadığınız bir projeye başkalarının saygı duymasını bekleyemezsiniz.
Öncelikle ileride size gelir getirmesini beklediğiniz projenizi kağıda dökmelisiniz, en az 2 haftanızı kağıda dökme sürecine ayırınız, bu sürecin sonunda elinizde yazılı bir dosyanız olursa, iş disiplininizi sağlamanızda uzun vadede size faydalı olacaktır, projenizi hayata geçirmeye başladığınızda, sürekli geriye dönüş yaparak, proje dosyanızı kontrol edebilir, hangi aşamada ne yapmayı planladığınızı hatırlayabilir, revizyonlar yapabilirsiniz.
Ayrıca bütçelendirme yaparken, proje içerisinde kimin ne kadar süre çalışacağını ve kendiniz dahil bu çalışanların proje geliştirme sürecinde geçimlerinin nasıl sağlanacağını da dökümante etmek oldukça faydalıdır. Eğer çok şanslı değilseniz, siz işe başlamadan ve bir aşamaya gelmeden, melek yatırımcı olarak tabir edilen bir oluşumdan para bulma şansınız olmayacağını, ve sürecin ilk başlarında yalnız olduğunuzu bilip, en yaygın hataya düşmeyerek proje planlama ve bütçelendirmeye zaman ayırın.
NEDEN2: SABIR EKSİKLİĞİ, ÇABUK ORTAYA ÇIKMA VE ÇABUK PARA KAZANMA HIRSI
Internet ve Teknoloji projelerinin her zaman piyasada bir albenisi vardır, bir çok teknoloji zengini, servetlerini yoktan varetmişlerdir, 20li yaşlarında teknolojik bir ürün veya servis geliştirerek, patronluk mertebesine taşınmış gençlerin hikayeleri medyada sıkça yer bulur.
İşte bu hikayeler, web ve teknoloji projelerinin yarıda kalmasına neden olan ikinci yaygın hatayı oluştururlar; SABIR EKSİKLİĞİ. Sebat etmek önemli bir erdemdir, ve hayatın her alanında gerekli olduğu gibi, konu bir teknoloji yatırımı olduğunda fazlasıyla elzemdir.
Bir fikir ortaya atıp, bu fikri gerçeğe dönüştürerek, hızlı bir şekilde zengin olmak ve ekonomik refaha kavuşmak, konumuz internet ve sosyal medya projeleri bile olsa gerçekçi değildir, bu nedenle, projenizin yarıda kalmasını istemiyorsanız, kendinize, sabrınızı geliştirme yönünde telkinlerde bulunmaya şimdiden başlayın.
NEDEN3: EKİP YÖNETİMİ VE EKİP SİNERJİSİ OLUŞTURMADA YAPILAN HATALAR
Internet, sosyal medya, yazılım ve benzeri bir teknoloji projesi ekip işidir, bireysel çabalarla ancak bir noktaya gelebilirsiniz, ekip tanımlamam gözünüzü korkutmasın, ekipten kasıt başlangıç aşamasında yüzlerce kişinin bir araya gelmesi değildir, iki üç kişilik ekip kurguları da ekip üyeleri arasında SİNERJİ ve DOĞRU EKİP YÖNETİMİ varsa işe yarayacaktır.
Ekip üyelerinin arasında doğru bir iş bölümü, ve yardımlaşma yoksa, bu durumda projenin yarıda kalması kaçınılmazdır.
NEDEN4: ORTAKLARDAN EN AZ BİRİNDE TEKNİK BİLGİ OLMAMASI, ÜRETİM SÜRECİNDE TÜMDEN DIŞARI BAĞIMLILIK
Üçüncü nedenle bağlantılı olan bir başka projelerin yarıda kalma nedeniyse; tüm ortakların geliştirilecek olan projenin teknik boyutu hakkında yeterli bilgiye sahip olmamalarıdır. "TEKNOLOJİK BİLGİ EKSİKLİĞİ" projenin geliştirilmesi sürecinde ve sonrasında dışarı bağımlılık anlamına gelir, dış kaynak kullanımında yaşanacak her türlü anlaşmazlık, projenin yarıda kamasına sebep olacaktır.
Ortaklar arasındaki sinerji ve yeter düzeyde proje geliştirme, teknolojik bilgiye sahip olunması, dış kaynak kullanımı veya eleman sorunlarında projeye bilfiil giriş yapmalarına ve yarıda kalmasına engel olmalarına olanak verir.
Yatırımcıların da proje değerlendirme sürecinde girişimcilerin teknolojik bilgilerine değer vermelerinin başlıca nedeni budur.
NEDEN5: KİŞİSEL ZEVKLER, TAKINTILAR SONUCU ÜRETİM SÜRELERİNİN UZAMASI
Konu web temelli bir projeyse, bu durumda ister istemez kişisel zevkler proje geliştirme sürecinin bir parçası olacaktır, nihai kullanıcının karşısına çıkacak olan arayüz kısmı, yoruma açık bir konudur, ortakların görsellikle ilgili olarak kendi zevklerini ön plana çıkartmaları, ve arayüzün hem "GÖRSEL TASARIM" kısmında hem de "GÖRSEL KODLAMA" kısmında belli bölümleri saplantı haline getirmeleri, üretim sürelerinin uzamasına ve çoğunlukla projenin yarıda kalmasına neden olacaktır.
NEDEN6: ÇOK BAŞLILIK, KARAR MEKANİZMASINDA FAZLA SES ÇIKMASI NEDENİYLE, NİHAİ KARARLARIN VERİLEMEMESİ
Çok başlılık, ve karar mekanizmasında yaşanabilecek tıkanmalar, beşinci nedenimizle yakınlık içermektedir, projenin ilerlemesi aşamalarında, farklı disiplinlerde kritik kararların alınması gerekecek, bu kararların alınmasında "ÇOK BAŞLILIK" ve buna bağlı olarak "UZLAŞMAZLIKLAR" yaşanması durumunda, nihai kararların alınmasında gecikmeler yaşanabilecektir. En kötü kararın bile kararsızlıktan ve harekete geçememekten daha iyi olduğunu akıldan çıkartmamak, ve birden fazla plana sahip olarak süreci yönetmek işin yarıda kalmasına engeldir.
NEDEN7: SÜREÇ İÇERİSİNDE KARŞILAŞILAN ENGELLERDE ÇABUK PES EDİLMESİ, ÇÖZÜM YERİNE PROBLEME ODAKLANMAK
Teknoloji projeleri, engebeli bir yola benzer, hem çokça viraj içerir hem de yol üstünde bir çok engelle karşılaşırsınız. Bu engeller karşısındaki duruşunuz projenizi yarıda bırakıp bırakmayacağınızı belirler. "PROBLEME ODAKLANMAK" yerine, bu problemin çözümüne ve problemi bertaraf etmenizi sağlayacak alternatif yollara odaklanırsanız, bu durumda engelleri aşma ve bitiş çizgisine ulaşma şansınız artacaktır.
NEDEN8: KULAKTAN DOLMA BİLGİLERLE KARARLAR ALMAK, İŞİ BASİTE İNDİRGEMEK
Internet'in sonsuz faydaları saymakla bitmez, bununla birlikte, internet ve sosyal medyanın neden olduğu bir handikapı göz ardı edemeyiz, bu handikap "BİLGİ KİRLİLİĞİ"dir.
Kolayca ulaşılabilen, ve kalitesi tanımlanamayan bilgiler arasında doğru ve geçerli bilgiye ulaşmak güçleşmektedir, geçerliliği tanımlanamayan bilgilere bu kadar kolay erişilebilmesi, teknoloji projelerinde işin basite indirgenmesine, ve kulaktan dolma bilgilerle kararların alınmasına neden olmaktadır. Proje geliştirme sürecinde kalitesiz enformasyonla alınacak kararlar, projelerin yarıda kalmasına neden olabilmektedir.
NEDEN9: GERÇEK UZMANLAR YERİNE SAHTE UZMANLARDAN YÖNLENDİRME ALMAK
Yine bir önceki neden ile ilintili olarak, bilgi kirliliğinin yaratıcısı olan sahte uzmanlardan alınacak destekler ve yönlendirmeler, projenin ilerleme sürecinde yanlış kararlar alınmasına ve yanlış yollara sapılmasına neden olabilmektedir.
Teknoloji temelli projelerin yarıda kalmasındaki en önemli etkenlerden biri, "SAHTE UZMANLARDAN EDİNİLEN GEÇERSİZ BİLGİLER"dir.
NEDEN10: SÜREÇ DEVAM EDERKEN YETERLİ GERİ BİLDİRİM ALMAMAK, ALINAN GERİ BİLDİRİMLERİ DOĞRU ŞEKİLDE DEĞERLENDİREMEMEK
Bir internet projesi geliştirirken, ana uzmanlık alanı ne olursa olsun, sürecin belirli bir noktasında, mutlaka hedef kitlenin görüşlerini almak ve alınacak geri bildirimleri hesaba katarak süreci yönetmek doğru bir yöntemdir, yani birinci öncelik projenizi nihai kullanıcılardan geri bildirim alabilecek bir seviyeye getirmek olmalıdır.
Öyle ya da böyle içeriye belli sayıda beta kullanıcısı alabilmek, proje ekibinin moralinin yükselmesi anlamına geleceği gibi, olumlu ve olumsuz geri bildirimler alınmasını da sağlayacaktır. Beta kullanıcıları içeri alabilecek seviyeye bir türlü gelemiyorsanız, bu durum sürecin uzaması ve moral seviyesinin düşmesi anlamına gelir, bu da projelerin yarıda kalmasındaki en önemli etkendir.
SONUÇ = MORAL + UMUT + İYİ HIRS
Bu yazı kapsamında kısa notlar halinde değinilen 10 başlık, teknoloji projelerinin yarıda kalmasında rol oynayan farklı nedenlerdir. Bu nedenleri kulağımıza küpe yapmakla birlikte, sonuca ulaşanlarda gözlemlenen 3 önemli kriter ise; morali yüksek tutma becerisi, buna bağlı olarak umut etme ve umutlarını çevreye yayma yeteneneği, ve saplantı seviyesinde olmayan, iyi huylu hırsa sahip olmalarıdır.
Eminim Shawshank Redemption (Türkçe'ye Esaretin Bedeli olarak çevrilmiştir) isimli filmi çoğunuz izlemişsinizdir, filmin can alıcı sahnelerinden birinde Andy Dufresne'in dediği gibi; "Hope is a good thing, maybe the best of things, and no good thing ever dies" (Umut iyi bir şeydir, belki de iyisi, ve iyi şeyler asla ölmez)
Bu aşamalardan geçerken, düzenli olarak gözlem yapma, internet ve teknoloji odaklı projelerin, neden yarıda kaldıklarına dair tespitlerde bulunma şansım oldu, zaman içerisinde tespitlerimi notlar haline getirdim. Bu notlar oldukça kapsamlı ve her birisi üzerinde belki bir veya iki günlük eğitimler yapılması gerekir, bununla birlikte, aşağıda sadece ana başlıklar ve kısa notlar halinde özetlenmesi, süreçlerin yarıda kalma nedenleriyle ilgili ipuçları verecektir.
Her bir başlığı büyük ve çok kalın harflerle not ediyorum, başlıkların altındaysa kısa açıklamalar var, önerim bu 10 maddeyi basmanız, ve ofisinizde veya evinizdeki mantar panonuza iliştirmeniz, sakın bilgisayarınızda veya tabletinizde not olarak kalmalarına izin vermeyin, çünkü diğer uyaranlar arasında yok olup giderler, siz en iyisi eski sistem bir mantar pano edinin ve bu başlıkları gözünüzün önünden ayırmayın.
NEDEN1: PROJE PLANLAMASINDA YAPILAN İŞ GÜCÜ VE BÜTÇE HATALARI
Yapılan en yaygın yanlış, sadece proje fikrinin yeterli olduğuna inanmak ve işin başlangıç aşamasında, planlama ve döküman oluşturma sürecine yeterli zamanı ayırmamaktır.
Yarıda kalan tüm IT ve Internet temelli projelerde bu hata bir şekilde yapılmıştır, oysaki proje planının oluşturulması, ve kağıda dökülmesi ileriye dönük olarak projenize duyduğunuz saygının bir ispatıdır, sizin saygı duymadığınız bir projeye başkalarının saygı duymasını bekleyemezsiniz.
Öncelikle ileride size gelir getirmesini beklediğiniz projenizi kağıda dökmelisiniz, en az 2 haftanızı kağıda dökme sürecine ayırınız, bu sürecin sonunda elinizde yazılı bir dosyanız olursa, iş disiplininizi sağlamanızda uzun vadede size faydalı olacaktır, projenizi hayata geçirmeye başladığınızda, sürekli geriye dönüş yaparak, proje dosyanızı kontrol edebilir, hangi aşamada ne yapmayı planladığınızı hatırlayabilir, revizyonlar yapabilirsiniz.
Ayrıca bütçelendirme yaparken, proje içerisinde kimin ne kadar süre çalışacağını ve kendiniz dahil bu çalışanların proje geliştirme sürecinde geçimlerinin nasıl sağlanacağını da dökümante etmek oldukça faydalıdır. Eğer çok şanslı değilseniz, siz işe başlamadan ve bir aşamaya gelmeden, melek yatırımcı olarak tabir edilen bir oluşumdan para bulma şansınız olmayacağını, ve sürecin ilk başlarında yalnız olduğunuzu bilip, en yaygın hataya düşmeyerek proje planlama ve bütçelendirmeye zaman ayırın.
NEDEN2: SABIR EKSİKLİĞİ, ÇABUK ORTAYA ÇIKMA VE ÇABUK PARA KAZANMA HIRSI
Internet ve Teknoloji projelerinin her zaman piyasada bir albenisi vardır, bir çok teknoloji zengini, servetlerini yoktan varetmişlerdir, 20li yaşlarında teknolojik bir ürün veya servis geliştirerek, patronluk mertebesine taşınmış gençlerin hikayeleri medyada sıkça yer bulur.
İşte bu hikayeler, web ve teknoloji projelerinin yarıda kalmasına neden olan ikinci yaygın hatayı oluştururlar; SABIR EKSİKLİĞİ. Sebat etmek önemli bir erdemdir, ve hayatın her alanında gerekli olduğu gibi, konu bir teknoloji yatırımı olduğunda fazlasıyla elzemdir.
Bir fikir ortaya atıp, bu fikri gerçeğe dönüştürerek, hızlı bir şekilde zengin olmak ve ekonomik refaha kavuşmak, konumuz internet ve sosyal medya projeleri bile olsa gerçekçi değildir, bu nedenle, projenizin yarıda kalmasını istemiyorsanız, kendinize, sabrınızı geliştirme yönünde telkinlerde bulunmaya şimdiden başlayın.
NEDEN3: EKİP YÖNETİMİ VE EKİP SİNERJİSİ OLUŞTURMADA YAPILAN HATALAR
Internet, sosyal medya, yazılım ve benzeri bir teknoloji projesi ekip işidir, bireysel çabalarla ancak bir noktaya gelebilirsiniz, ekip tanımlamam gözünüzü korkutmasın, ekipten kasıt başlangıç aşamasında yüzlerce kişinin bir araya gelmesi değildir, iki üç kişilik ekip kurguları da ekip üyeleri arasında SİNERJİ ve DOĞRU EKİP YÖNETİMİ varsa işe yarayacaktır.
Ekip üyelerinin arasında doğru bir iş bölümü, ve yardımlaşma yoksa, bu durumda projenin yarıda kalması kaçınılmazdır.
NEDEN4: ORTAKLARDAN EN AZ BİRİNDE TEKNİK BİLGİ OLMAMASI, ÜRETİM SÜRECİNDE TÜMDEN DIŞARI BAĞIMLILIK
Üçüncü nedenle bağlantılı olan bir başka projelerin yarıda kalma nedeniyse; tüm ortakların geliştirilecek olan projenin teknik boyutu hakkında yeterli bilgiye sahip olmamalarıdır. "TEKNOLOJİK BİLGİ EKSİKLİĞİ" projenin geliştirilmesi sürecinde ve sonrasında dışarı bağımlılık anlamına gelir, dış kaynak kullanımında yaşanacak her türlü anlaşmazlık, projenin yarıda kamasına sebep olacaktır.
Ortaklar arasındaki sinerji ve yeter düzeyde proje geliştirme, teknolojik bilgiye sahip olunması, dış kaynak kullanımı veya eleman sorunlarında projeye bilfiil giriş yapmalarına ve yarıda kalmasına engel olmalarına olanak verir.
Yatırımcıların da proje değerlendirme sürecinde girişimcilerin teknolojik bilgilerine değer vermelerinin başlıca nedeni budur.
NEDEN5: KİŞİSEL ZEVKLER, TAKINTILAR SONUCU ÜRETİM SÜRELERİNİN UZAMASI
Konu web temelli bir projeyse, bu durumda ister istemez kişisel zevkler proje geliştirme sürecinin bir parçası olacaktır, nihai kullanıcının karşısına çıkacak olan arayüz kısmı, yoruma açık bir konudur, ortakların görsellikle ilgili olarak kendi zevklerini ön plana çıkartmaları, ve arayüzün hem "GÖRSEL TASARIM" kısmında hem de "GÖRSEL KODLAMA" kısmında belli bölümleri saplantı haline getirmeleri, üretim sürelerinin uzamasına ve çoğunlukla projenin yarıda kalmasına neden olacaktır.
NEDEN6: ÇOK BAŞLILIK, KARAR MEKANİZMASINDA FAZLA SES ÇIKMASI NEDENİYLE, NİHAİ KARARLARIN VERİLEMEMESİ
Çok başlılık, ve karar mekanizmasında yaşanabilecek tıkanmalar, beşinci nedenimizle yakınlık içermektedir, projenin ilerlemesi aşamalarında, farklı disiplinlerde kritik kararların alınması gerekecek, bu kararların alınmasında "ÇOK BAŞLILIK" ve buna bağlı olarak "UZLAŞMAZLIKLAR" yaşanması durumunda, nihai kararların alınmasında gecikmeler yaşanabilecektir. En kötü kararın bile kararsızlıktan ve harekete geçememekten daha iyi olduğunu akıldan çıkartmamak, ve birden fazla plana sahip olarak süreci yönetmek işin yarıda kalmasına engeldir.
NEDEN7: SÜREÇ İÇERİSİNDE KARŞILAŞILAN ENGELLERDE ÇABUK PES EDİLMESİ, ÇÖZÜM YERİNE PROBLEME ODAKLANMAK
Teknoloji projeleri, engebeli bir yola benzer, hem çokça viraj içerir hem de yol üstünde bir çok engelle karşılaşırsınız. Bu engeller karşısındaki duruşunuz projenizi yarıda bırakıp bırakmayacağınızı belirler. "PROBLEME ODAKLANMAK" yerine, bu problemin çözümüne ve problemi bertaraf etmenizi sağlayacak alternatif yollara odaklanırsanız, bu durumda engelleri aşma ve bitiş çizgisine ulaşma şansınız artacaktır.
NEDEN8: KULAKTAN DOLMA BİLGİLERLE KARARLAR ALMAK, İŞİ BASİTE İNDİRGEMEK
Internet'in sonsuz faydaları saymakla bitmez, bununla birlikte, internet ve sosyal medyanın neden olduğu bir handikapı göz ardı edemeyiz, bu handikap "BİLGİ KİRLİLİĞİ"dir.
Kolayca ulaşılabilen, ve kalitesi tanımlanamayan bilgiler arasında doğru ve geçerli bilgiye ulaşmak güçleşmektedir, geçerliliği tanımlanamayan bilgilere bu kadar kolay erişilebilmesi, teknoloji projelerinde işin basite indirgenmesine, ve kulaktan dolma bilgilerle kararların alınmasına neden olmaktadır. Proje geliştirme sürecinde kalitesiz enformasyonla alınacak kararlar, projelerin yarıda kalmasına neden olabilmektedir.
NEDEN9: GERÇEK UZMANLAR YERİNE SAHTE UZMANLARDAN YÖNLENDİRME ALMAK
Yine bir önceki neden ile ilintili olarak, bilgi kirliliğinin yaratıcısı olan sahte uzmanlardan alınacak destekler ve yönlendirmeler, projenin ilerleme sürecinde yanlış kararlar alınmasına ve yanlış yollara sapılmasına neden olabilmektedir.
Teknoloji temelli projelerin yarıda kalmasındaki en önemli etkenlerden biri, "SAHTE UZMANLARDAN EDİNİLEN GEÇERSİZ BİLGİLER"dir.
NEDEN10: SÜREÇ DEVAM EDERKEN YETERLİ GERİ BİLDİRİM ALMAMAK, ALINAN GERİ BİLDİRİMLERİ DOĞRU ŞEKİLDE DEĞERLENDİREMEMEK
Bir internet projesi geliştirirken, ana uzmanlık alanı ne olursa olsun, sürecin belirli bir noktasında, mutlaka hedef kitlenin görüşlerini almak ve alınacak geri bildirimleri hesaba katarak süreci yönetmek doğru bir yöntemdir, yani birinci öncelik projenizi nihai kullanıcılardan geri bildirim alabilecek bir seviyeye getirmek olmalıdır.
Öyle ya da böyle içeriye belli sayıda beta kullanıcısı alabilmek, proje ekibinin moralinin yükselmesi anlamına geleceği gibi, olumlu ve olumsuz geri bildirimler alınmasını da sağlayacaktır. Beta kullanıcıları içeri alabilecek seviyeye bir türlü gelemiyorsanız, bu durum sürecin uzaması ve moral seviyesinin düşmesi anlamına gelir, bu da projelerin yarıda kalmasındaki en önemli etkendir.
SONUÇ = MORAL + UMUT + İYİ HIRS
Bu yazı kapsamında kısa notlar halinde değinilen 10 başlık, teknoloji projelerinin yarıda kalmasında rol oynayan farklı nedenlerdir. Bu nedenleri kulağımıza küpe yapmakla birlikte, sonuca ulaşanlarda gözlemlenen 3 önemli kriter ise; morali yüksek tutma becerisi, buna bağlı olarak umut etme ve umutlarını çevreye yayma yeteneneği, ve saplantı seviyesinde olmayan, iyi huylu hırsa sahip olmalarıdır.
Eminim Shawshank Redemption (Türkçe'ye Esaretin Bedeli olarak çevrilmiştir) isimli filmi çoğunuz izlemişsinizdir, filmin can alıcı sahnelerinden birinde Andy Dufresne'in dediği gibi; "Hope is a good thing, maybe the best of things, and no good thing ever dies" (Umut iyi bir şeydir, belki de iyisi, ve iyi şeyler asla ölmez)
15 Nisan 2013 Pazartesi
3 Bacaklı Bir Masa = E-ticaret'te Başarı
Geçtiğimiz yıl bu sayfalarda, 2012'nin 2. yarısında ve 2013'te e-ticaret pazarında bir kısım yaprak dökümlerinin yaşanabileceğine dair bazı öngörüler yayınlanmıştı, bu öngörüleri gerçek yaşam deneyimlerine dayanarak aktarmaya ve rakamsal veriler de sunmaya çalışmıştım.
2013'ün ilk 3 ayını geride bırakırken, sadece e-ticaret pazarında değil, tüm elektronik ortamlarda bir kısım iş modellerinin doyma noktasına doğru ilerlediğini görmek mümkün. Bunun nedenlerinden birisi piyasalardaki tedirgin hava, bir diğer neden ise, dijital dünyanın, sosyal ağın, normalden en az 2 kat hızlı tüketme kültüründen kaynaklanıyor.
Bu çok kısa girişten sonra, ana konumuza dönecek olursak; e-ticaret'te başarının neden 3 bacaklı bir masa olduğunu aşağıda yer alan "e-ticaret"te başarı modeli şeması üzerinden açıklamak isterim, aslına bakarsanız, bu şema çok basit görünse de, karmaşık formüller ve devasa sunumlardan çok daha geçerli. Bu üç bacak baştan itibaren iyi düşünülmezse, ve kurulan bu dengeli masanın üzerine operasyon doğru bir şekilde yerleştirilmezse, masa dengede duramıyor, ve masanın üstünde yer alan operasyon hızlı bir şekilde yere düşerek tuzla buz oluyor.
Öncelikle masanın birinci bacağından başlayalım, işinin ehli ve dijital dünya deneyimli bir altyapı sağlayıcısı, hem kısa vadede hem de uzun vadede e-ticaret'te başarının olmazsa olmazlarından. Aynı grubun tasarımsal anlamda da yeterli olması çok önemli. Yani işin başlangıç aşamasından itibaren, kullanıcı deneyimlerinin olabilecek en iyi seviyede kurgulanmasını sağlayacak bir arayüz geliştiricinin elinden çıkması gerekiyor. Burada kastedilen, doğru ve güvenilir bir ajansın mümkünse projeye partner olarak dahil olması. Ortaklık yapısı içerisinde böyle bir partner kurum veya ekip yoksa, bu durumda servislerin doğru bir şekilde outsource alınması, fakat bu servisler outsource edilirken de ilerleyen safhalarda teknik yönden desteğe ihtiyaç duyulacağının unutulmaması gerekiyor.
İkinci bacak; ürün / tedarik sağlayıcısı, e-ticaret'e henüz giriş aşamasındayken ürün tedarik konusunun ciddi anlamda düşünülmüş ve karara bağlanmış olması gerekiyor, piyasada farklı iş modelleri mevcut, fakat ciddi bütçelere sahip büyük oluşumlar dışındakiler için, dikey portal olarak yola çıkmak önem kazanıyor, ortaklık yapısındaki bir kurum veya ekibin e-ticaret projenizde en uygun koşullarda ürün tedariğini sağlıyor olması gerekmekte. Özellikle bilinçli tüketici kitlesine hitab edeceğiniz düşünülürse, ya diğerlerinde olmayan ürünlere sahip olmalısınız, veya piyasaya göre en iyi fiyattan ürün sunma yetisine sahip olmalısınız, piyasada isim yapana ve güven oluşturana kadar, kar marjlarınızdan da feragat etmeniz gerektiğini unutmayarak, masanın 2. bacağını da işin henüz başında 2-3 yıllık projeksiyonunuz kapsamında değerlendirmenizi şiddetle öneririm.
Üçüncü bacak; reklam ve trafik sağlayıcısıdır. Beta testlerinizi bitirir bitirmez, yeterli miktarda trafikle, e-ticaret projenizi beslemeniz gerekecektir, bu nedenle, masanın 3. bacağını, yani trafiği nasıl sağlayacağınızı da kurulum aşamasında düşünmenizde fayda var, ortaklık yapınıza bir reklam network'ü, veya imkanlarınız ve bağlantılarınız varsa bir medya kuruluşu çekme çabası, yolunuzun aydınlanmasına olanak tanıyacaktır. Unutmayınız işlek bir caddede bir dükkan açmıyorsunuz, evet dükkan masrafınız belki yok, fakat bu kez de reklam bütçelerini baştan belirlemiş olmanız ve en az bir yıllık projeksiyonunuza dahil etmeniz gerekiyor, çünkü e-ticaret projeniz süresince trafik kaynakları sizin için hayati önem taşıyacaktır.
Masanın 3 bacağını da sağlam ve dengeli bir ortaklık yapısıyla kurduktan sonra düşünülmesi gereken masanın üst kısmı, yani operasyon.
Operasyonel yapınızın da bu çok sağlam 3 temel bacak üzerine inşa edilmesi başarı formülünün son halkasıdır, operasyonel yapının temelindeyse, satış sonrası müşteri destek aktiviteleri, kargo ve ürün iade operasyonunuz ve finans muhasebe faaliyetlerinin koordinasyonunun yer alacağını söyleyebiliriz.
Bu yazıda açıklanan modelin, e-ticaret ile ilgilenenlere yardımcı olacağını umuyorum.
2013'ün ilk 3 ayını geride bırakırken, sadece e-ticaret pazarında değil, tüm elektronik ortamlarda bir kısım iş modellerinin doyma noktasına doğru ilerlediğini görmek mümkün. Bunun nedenlerinden birisi piyasalardaki tedirgin hava, bir diğer neden ise, dijital dünyanın, sosyal ağın, normalden en az 2 kat hızlı tüketme kültüründen kaynaklanıyor.
Bu çok kısa girişten sonra, ana konumuza dönecek olursak; e-ticaret'te başarının neden 3 bacaklı bir masa olduğunu aşağıda yer alan "e-ticaret"te başarı modeli şeması üzerinden açıklamak isterim, aslına bakarsanız, bu şema çok basit görünse de, karmaşık formüller ve devasa sunumlardan çok daha geçerli. Bu üç bacak baştan itibaren iyi düşünülmezse, ve kurulan bu dengeli masanın üzerine operasyon doğru bir şekilde yerleştirilmezse, masa dengede duramıyor, ve masanın üstünde yer alan operasyon hızlı bir şekilde yere düşerek tuzla buz oluyor.
Öncelikle masanın birinci bacağından başlayalım, işinin ehli ve dijital dünya deneyimli bir altyapı sağlayıcısı, hem kısa vadede hem de uzun vadede e-ticaret'te başarının olmazsa olmazlarından. Aynı grubun tasarımsal anlamda da yeterli olması çok önemli. Yani işin başlangıç aşamasından itibaren, kullanıcı deneyimlerinin olabilecek en iyi seviyede kurgulanmasını sağlayacak bir arayüz geliştiricinin elinden çıkması gerekiyor. Burada kastedilen, doğru ve güvenilir bir ajansın mümkünse projeye partner olarak dahil olması. Ortaklık yapısı içerisinde böyle bir partner kurum veya ekip yoksa, bu durumda servislerin doğru bir şekilde outsource alınması, fakat bu servisler outsource edilirken de ilerleyen safhalarda teknik yönden desteğe ihtiyaç duyulacağının unutulmaması gerekiyor.
İkinci bacak; ürün / tedarik sağlayıcısı, e-ticaret'e henüz giriş aşamasındayken ürün tedarik konusunun ciddi anlamda düşünülmüş ve karara bağlanmış olması gerekiyor, piyasada farklı iş modelleri mevcut, fakat ciddi bütçelere sahip büyük oluşumlar dışındakiler için, dikey portal olarak yola çıkmak önem kazanıyor, ortaklık yapısındaki bir kurum veya ekibin e-ticaret projenizde en uygun koşullarda ürün tedariğini sağlıyor olması gerekmekte. Özellikle bilinçli tüketici kitlesine hitab edeceğiniz düşünülürse, ya diğerlerinde olmayan ürünlere sahip olmalısınız, veya piyasaya göre en iyi fiyattan ürün sunma yetisine sahip olmalısınız, piyasada isim yapana ve güven oluşturana kadar, kar marjlarınızdan da feragat etmeniz gerektiğini unutmayarak, masanın 2. bacağını da işin henüz başında 2-3 yıllık projeksiyonunuz kapsamında değerlendirmenizi şiddetle öneririm.
Üçüncü bacak; reklam ve trafik sağlayıcısıdır. Beta testlerinizi bitirir bitirmez, yeterli miktarda trafikle, e-ticaret projenizi beslemeniz gerekecektir, bu nedenle, masanın 3. bacağını, yani trafiği nasıl sağlayacağınızı da kurulum aşamasında düşünmenizde fayda var, ortaklık yapınıza bir reklam network'ü, veya imkanlarınız ve bağlantılarınız varsa bir medya kuruluşu çekme çabası, yolunuzun aydınlanmasına olanak tanıyacaktır. Unutmayınız işlek bir caddede bir dükkan açmıyorsunuz, evet dükkan masrafınız belki yok, fakat bu kez de reklam bütçelerini baştan belirlemiş olmanız ve en az bir yıllık projeksiyonunuza dahil etmeniz gerekiyor, çünkü e-ticaret projeniz süresince trafik kaynakları sizin için hayati önem taşıyacaktır.
Masanın 3 bacağını da sağlam ve dengeli bir ortaklık yapısıyla kurduktan sonra düşünülmesi gereken masanın üst kısmı, yani operasyon.
Operasyonel yapınızın da bu çok sağlam 3 temel bacak üzerine inşa edilmesi başarı formülünün son halkasıdır, operasyonel yapının temelindeyse, satış sonrası müşteri destek aktiviteleri, kargo ve ürün iade operasyonunuz ve finans muhasebe faaliyetlerinin koordinasyonunun yer alacağını söyleyebiliriz.
Bu yazıda açıklanan modelin, e-ticaret ile ilgilenenlere yardımcı olacağını umuyorum.
Etiketler:
e-commerce,
e-ticaret,
e-ticaret başarısı,
e-ticaret modeli,
elektronik ticaret,
eticaret başarısı,
eticaret formülü,
eticarette başarı,
online satış girişimleri
12 Şubat 2013 Salı
Parayla Alınabilecek Objeler Arttı, Peki Ne Oldu?
Son 10 yıl içerisinde parayla satın alınabilecek objeler ve suni mutluluk kaynakları katlanarak çoğalıyor. Sürekli yeni teknolojiler ve objelerden kurulu bir dünya düzeni etrafımızı sarıyor.
Tüketim sanırım hiç bu kadar fazla uyarana sahip olmamıştır, paranın satın alabileceği objeler evreni büyüyüp geliştikçe, paraya olan tutkumuz da aynı oranda büyüyor ve gelişiyor.
Şöyle düşünün 5 birimlik bir gelire sahipsiniz, anne ve babalarınızın geliri 2 birimdi, yaklaşık 3 kat geliriniz var, bu sizce refah düzeyinizde artış anlamına mı geliyor? Kesinlikle hayır, çünkü anne ve babalarınızın kazandığı 2 birimin 1-1,5 birimine objeler evreni talipken, size sunulan objeler evreni onlara sunulandan kat ve kat daha geniş, üstelik objelerinizi belirli bir periyotta güncellemez ve üst modellere geçiş yapmazsanız, çevreniz tarafından dışlanma riskine de sahipsiniz, yani objeler sadece birer araç değil, statü sembolü. Kısacası objeler evrenindeki yerinizi koruyabilmeniz için sizin 5 birime değil 10 birime ihtiyacınız var, gelecekte bu ihtiyacınız 20 birime çıkacak, peki ya geliriniz?
Aslına bakarsanız, bu durum yeni değil, her zaman böyleydi, 60larda da, 70lerde de, 80lerde de, o yıllarda, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, kullanılan arabalar ve benzerleri için de sadece araç değil statü sembolü olma vasfı geçerliydi, fakat en azından bu saydıklarımız bir amaca hizmet eden, gerçekten hayatı kolaylaştıran, insana sunulan lütuflar olarak lanse edilmeye müsait. Mobil ve sanal eşyalar düzenine gelince, tabiki bir çok hayatı kolaylaştırıcı özelliği bünyelerinde barındırıyorlar, bununla birlikte statüsel güncelleme anlamında sömürülmeye çok açıklar, yıl bazında mobil cihazların sonuna eklenen tek bir harf veya sayı, bir üst model anlamına gelebiliyor, ve bir önceki model ile aralarında tanımlanabilir net bir fayda bulunmasa bile, tüketiciye göz kamaştırıcı biçimde lanse edilme şansları var.
Bu durum ekonominin mevcut akışı için elzem, sisteme çomak sokulması bir anda kırılgan ekonominin alaşağı olmasına neden olabilir, nedenine gelince, objeler orta-üst düzey olarak görülen ekonomik coğrafyalarda tüketiciye servis ediliyor, üretim süreçleriyse, alt düzey ekonomik coğrafyalara kaydırılıyor, buradaki üretimden kastedilen, fiziki reel üretimdir, pazarlama odaklı beyin işçileriyse orta-üst düzey ekonomilerde plazalarda konuşlanıyor. Ve bu beyin işçileri kazandıklarını objeler evreninde harcamaya mecbur bırakılıyor, isteyerek ve bilinçli olarak yaptıklarını düşündükleri tüketimi aslında tamamen bilinç dışı gerçekleşiyor, dönen çarkın içerisinde ve istem dışı olarak tüketiyorlar, adlarına da kısaca beyaz yakalılar deniyor.
Şimdi düşünün, beyaz yakalılar tüketimi kestiler, ve obje modellerini yenilemiyorlar, farklı dünya mutfaklarını denemekten, lüks restoranlarda saatler geçirmekten, ekstrem sporlarla ilgilenmekten vazgeçtiler, onun yerine daha sade ve mütevazi bir yaşam düzenini benimsemeye karar verdiler, ekonomi nasıl bir hal alırdı? Zincirleme bir etkiyle önce orta-üst ekonomilerde tüketimdeki düşüş, dalga dalga yayılarak, işsizlik oranlarının artmasına neden olmaz mıydı? Alt düzey ekonomik coğrafyalar ise talepteki bu daralmanın etkisiyle, çok daha kötüye gitmez miydi?
Her aklı selim bu soruların cevaplarının evet olduğunu bilir, yani kısa vadede elden hiç bir şey gelmez, bununla birlikte belki uzun vadeyi kurtarabiliriz, objelere tapan, ve objelerin hegemonyasında yaşayan yeni nesiller yetiştirmek yerine, bilgiye, kendini geliştirmeye, adanmışlığa, takımdaşlığa ve kardeşliğe önem veren nesiller yetiştirme çabası çok mu umutsuz bir çaba olurdu?
Maalesef bugün değil, yarın da değil, fakat belki bir gün. Bizim de görebileceğimiz, yakın gelecekteki bir günde neden olmasın? Umut devam ettiği sürece, hiç bir şey için geç değildir.
Tüketim sanırım hiç bu kadar fazla uyarana sahip olmamıştır, paranın satın alabileceği objeler evreni büyüyüp geliştikçe, paraya olan tutkumuz da aynı oranda büyüyor ve gelişiyor.
Şöyle düşünün 5 birimlik bir gelire sahipsiniz, anne ve babalarınızın geliri 2 birimdi, yaklaşık 3 kat geliriniz var, bu sizce refah düzeyinizde artış anlamına mı geliyor? Kesinlikle hayır, çünkü anne ve babalarınızın kazandığı 2 birimin 1-1,5 birimine objeler evreni talipken, size sunulan objeler evreni onlara sunulandan kat ve kat daha geniş, üstelik objelerinizi belirli bir periyotta güncellemez ve üst modellere geçiş yapmazsanız, çevreniz tarafından dışlanma riskine de sahipsiniz, yani objeler sadece birer araç değil, statü sembolü. Kısacası objeler evrenindeki yerinizi koruyabilmeniz için sizin 5 birime değil 10 birime ihtiyacınız var, gelecekte bu ihtiyacınız 20 birime çıkacak, peki ya geliriniz?
Aslına bakarsanız, bu durum yeni değil, her zaman böyleydi, 60larda da, 70lerde de, 80lerde de, o yıllarda, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, kullanılan arabalar ve benzerleri için de sadece araç değil statü sembolü olma vasfı geçerliydi, fakat en azından bu saydıklarımız bir amaca hizmet eden, gerçekten hayatı kolaylaştıran, insana sunulan lütuflar olarak lanse edilmeye müsait. Mobil ve sanal eşyalar düzenine gelince, tabiki bir çok hayatı kolaylaştırıcı özelliği bünyelerinde barındırıyorlar, bununla birlikte statüsel güncelleme anlamında sömürülmeye çok açıklar, yıl bazında mobil cihazların sonuna eklenen tek bir harf veya sayı, bir üst model anlamına gelebiliyor, ve bir önceki model ile aralarında tanımlanabilir net bir fayda bulunmasa bile, tüketiciye göz kamaştırıcı biçimde lanse edilme şansları var.
Bu durum ekonominin mevcut akışı için elzem, sisteme çomak sokulması bir anda kırılgan ekonominin alaşağı olmasına neden olabilir, nedenine gelince, objeler orta-üst düzey olarak görülen ekonomik coğrafyalarda tüketiciye servis ediliyor, üretim süreçleriyse, alt düzey ekonomik coğrafyalara kaydırılıyor, buradaki üretimden kastedilen, fiziki reel üretimdir, pazarlama odaklı beyin işçileriyse orta-üst düzey ekonomilerde plazalarda konuşlanıyor. Ve bu beyin işçileri kazandıklarını objeler evreninde harcamaya mecbur bırakılıyor, isteyerek ve bilinçli olarak yaptıklarını düşündükleri tüketimi aslında tamamen bilinç dışı gerçekleşiyor, dönen çarkın içerisinde ve istem dışı olarak tüketiyorlar, adlarına da kısaca beyaz yakalılar deniyor.
Şimdi düşünün, beyaz yakalılar tüketimi kestiler, ve obje modellerini yenilemiyorlar, farklı dünya mutfaklarını denemekten, lüks restoranlarda saatler geçirmekten, ekstrem sporlarla ilgilenmekten vazgeçtiler, onun yerine daha sade ve mütevazi bir yaşam düzenini benimsemeye karar verdiler, ekonomi nasıl bir hal alırdı? Zincirleme bir etkiyle önce orta-üst ekonomilerde tüketimdeki düşüş, dalga dalga yayılarak, işsizlik oranlarının artmasına neden olmaz mıydı? Alt düzey ekonomik coğrafyalar ise talepteki bu daralmanın etkisiyle, çok daha kötüye gitmez miydi?
Her aklı selim bu soruların cevaplarının evet olduğunu bilir, yani kısa vadede elden hiç bir şey gelmez, bununla birlikte belki uzun vadeyi kurtarabiliriz, objelere tapan, ve objelerin hegemonyasında yaşayan yeni nesiller yetiştirmek yerine, bilgiye, kendini geliştirmeye, adanmışlığa, takımdaşlığa ve kardeşliğe önem veren nesiller yetiştirme çabası çok mu umutsuz bir çaba olurdu?
Maalesef bugün değil, yarın da değil, fakat belki bir gün. Bizim de görebileceğimiz, yakın gelecekteki bir günde neden olmasın? Umut devam ettiği sürece, hiç bir şey için geç değildir.
23 Ocak 2013 Çarşamba
Hedef Kitlesini Dinlemeyen Ölüme Mahkumdur
Yeni ekonomik yapılanma, tüketicilerin sınırsız seçme özgürlüklerine kavuşmasını sağladı, internet ortamında bir kaç tıklamayla farklı ürün gruplarını karşılaştırmak, tüketici yorumlarını takip etmek mümkün.
Bu durumun kaçınılmaz bir sonucu olarak, ürün geliştirme ve ARGE aşamasındaki firmaların iş yapış şekillerini yeniden gözden geçirmeleri gerekiyor. Konuyu biraz daha açarak farklı vakalarla örneklemenin anlatımı kolaylaştıracağına inanıyorum. Bu amaçla yazının devamında, ProjePark olarak yaşadığımız bazı kötü geçmiş deneyimlerimizden örnekler vermeye çalışacağım, bu sayede yola yeni çıkacaklara bir nebze de olsa faydamız olacağına inanıyorum.
Kötü geçmiş deneyimlerimizin hepsi de bize değer katan vakalar olmuşlardır, hiç bir deneyimimize geriye dönüp bakarak hayıflanmıyoruz, zaman kaybı olarak görmüyoruz, aksine, yaşanan kötü deneyimlerin bizler için paha biçilmez eğitimler niteliğinde olduğuna inanıyoruz. Geçmiş deneyimlerimizin bize öğrettiği derslerden bir tanesi ARGE ve ürün geliştirme safhalarında ne yapıp edip potansiyel alıcıların da işin içine dahil edilmesi gerektiği yönünde oldu, hatta proje havunuzda yer alan tüm fikirler içerisinden gerçek anlamda potansiyel müşteriyi işin içine dahil edebileceğiniz projeyi seçip, çok kıymetli vaktinizi de bu projeye kanalize etmenizi önereceğim.
Bizim geçmişte gerçekleştirdiğimiz en önemli hata, ekibimiz içerisinde kendi görüşlerimizin son kullanıcı görüşleriyle örtüşeceğini düşünerek, büyük toplantı masalarında kendi isteklerimiz, şahsi egolarımızla projeler geliştirmemiz olmuştur, yapılan bu tarz ürün geliştirme toplantıları tabi ki fazlasıyla önemli olmakla birlikte, üzülerek söylemek isterim ki bu şekilde gerçekleştirdiğimiz hiç bir projemizde başarıyı yakalamamız mümkün olmamıştır, ürün geliştirme ve ARGE safhalarında üretim ekibinizle yapacağınız toplantıları literatürde "status meeting" olarak adlandırılan belli süresi ve net planı olan toplantılar şeklinde gerçekleştirmeniz, herkesin ARGE kapsamında birbirinden haberdar olması ve daha etkin sonuçlar almanızı sağlayacaktır. Özellikle sınırlı kaynaklara sahip bir startup'sanız bundan daha farklısı da zaten düşünülemez, çünkü hem maddi kaynaklar hem de insan kaynağınız sınırlı olacağından sizin en değerli sermayeniz zamandır, ve maalesef günümüz tüketim toplumu, hız ve zamana karşı yarış üzerine kurulmuştur, kaybedilen zamanlar ileride başınızı ağrıtacaktır, bizimkisini çokça ağrıtmıştır.
Bir diğer önemli hatamız ise satış rakamlarında sürekli olarak optimist senaryolar kurgulamamız ve planlarımızı da buna bağlı olarak gerçekleştirmemizdir, oysaki yapılması gereken, görünmeyen giderler kalemini her zaman yüksek tutmak, buna karşılık sıfıra yakın gelir elde edileceğini varsayarak en az bir yıllık projeksiyon çıkartmaktır. Bu durumu çözmenin de yegane yolu potansiyel alıcıları işin içine dahil etmekten geçer, gerçek anlamda potansiyel alıcınıza fayda sağlayacak bir servis yakaladığınıza inanıyorsanız, potansiyel alıcılarınız sizi üretim sürecinde de ciddi anlamda destekleyecekler, ve gelirler kaleminizin yerli yerine oturması sürecinin kısalmasına olanak tanıyacaklardır.
Bu yazı kapsamında anlatılmış olanların, tecrübeyle sabit olduğunu bir kez daha belirterek, faydalı olması dileğiyle, çabalarınızda başarılar diliyorum.
Bu durumun kaçınılmaz bir sonucu olarak, ürün geliştirme ve ARGE aşamasındaki firmaların iş yapış şekillerini yeniden gözden geçirmeleri gerekiyor. Konuyu biraz daha açarak farklı vakalarla örneklemenin anlatımı kolaylaştıracağına inanıyorum. Bu amaçla yazının devamında, ProjePark olarak yaşadığımız bazı kötü geçmiş deneyimlerimizden örnekler vermeye çalışacağım, bu sayede yola yeni çıkacaklara bir nebze de olsa faydamız olacağına inanıyorum.
Kötü geçmiş deneyimlerimizin hepsi de bize değer katan vakalar olmuşlardır, hiç bir deneyimimize geriye dönüp bakarak hayıflanmıyoruz, zaman kaybı olarak görmüyoruz, aksine, yaşanan kötü deneyimlerin bizler için paha biçilmez eğitimler niteliğinde olduğuna inanıyoruz. Geçmiş deneyimlerimizin bize öğrettiği derslerden bir tanesi ARGE ve ürün geliştirme safhalarında ne yapıp edip potansiyel alıcıların da işin içine dahil edilmesi gerektiği yönünde oldu, hatta proje havunuzda yer alan tüm fikirler içerisinden gerçek anlamda potansiyel müşteriyi işin içine dahil edebileceğiniz projeyi seçip, çok kıymetli vaktinizi de bu projeye kanalize etmenizi önereceğim.
Bizim geçmişte gerçekleştirdiğimiz en önemli hata, ekibimiz içerisinde kendi görüşlerimizin son kullanıcı görüşleriyle örtüşeceğini düşünerek, büyük toplantı masalarında kendi isteklerimiz, şahsi egolarımızla projeler geliştirmemiz olmuştur, yapılan bu tarz ürün geliştirme toplantıları tabi ki fazlasıyla önemli olmakla birlikte, üzülerek söylemek isterim ki bu şekilde gerçekleştirdiğimiz hiç bir projemizde başarıyı yakalamamız mümkün olmamıştır, ürün geliştirme ve ARGE safhalarında üretim ekibinizle yapacağınız toplantıları literatürde "status meeting" olarak adlandırılan belli süresi ve net planı olan toplantılar şeklinde gerçekleştirmeniz, herkesin ARGE kapsamında birbirinden haberdar olması ve daha etkin sonuçlar almanızı sağlayacaktır. Özellikle sınırlı kaynaklara sahip bir startup'sanız bundan daha farklısı da zaten düşünülemez, çünkü hem maddi kaynaklar hem de insan kaynağınız sınırlı olacağından sizin en değerli sermayeniz zamandır, ve maalesef günümüz tüketim toplumu, hız ve zamana karşı yarış üzerine kurulmuştur, kaybedilen zamanlar ileride başınızı ağrıtacaktır, bizimkisini çokça ağrıtmıştır.
Bir diğer önemli hatamız ise satış rakamlarında sürekli olarak optimist senaryolar kurgulamamız ve planlarımızı da buna bağlı olarak gerçekleştirmemizdir, oysaki yapılması gereken, görünmeyen giderler kalemini her zaman yüksek tutmak, buna karşılık sıfıra yakın gelir elde edileceğini varsayarak en az bir yıllık projeksiyon çıkartmaktır. Bu durumu çözmenin de yegane yolu potansiyel alıcıları işin içine dahil etmekten geçer, gerçek anlamda potansiyel alıcınıza fayda sağlayacak bir servis yakaladığınıza inanıyorsanız, potansiyel alıcılarınız sizi üretim sürecinde de ciddi anlamda destekleyecekler, ve gelirler kaleminizin yerli yerine oturması sürecinin kısalmasına olanak tanıyacaklardır.
Bu yazı kapsamında anlatılmış olanların, tecrübeyle sabit olduğunu bir kez daha belirterek, faydalı olması dileğiyle, çabalarınızda başarılar diliyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)